20 Mart 2008 Perşembe

Bu kısa yazı, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa taslağının ayrıntılı bir değerlendirmesinden çok, taslağı ekonomik ve politik bağlamına yerleştirmeyi ve kadınları ilgilendiren birkaç maddesinden hareketle sosyal güvenlik düzenlemeleriyle feminist politika bağlantısına kısaca bakmayı hedefliyor.

Daha somut olarak ifade etmek gerekirse bu yazıdan muradım, sosyal güvenlik düzenlemelerinde kadınların genellikle sıkıştırıldığı soyut eşitlikçilik/farklılıkçılık ikileminin bu taslakta kendini nasıl ortaya koyduğunu ve bunun nasıl aşılabileceğini tartışmaya açmak.

Taslağın içine yerleştiği bağlam: Neoliberalizm

SSGSS’yi dünya ölçeğindeki neoliberal politikalar bağlamına yerleştirdiğimizde ilk göze çarpan olgu şu: Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sosyal güvenlik giderek, insanların hep daha çok çalışarak, daha çok prim ödeyerek kendilerinin finanse ettikleri bir şey haline geliyor.

Yeni yasa taslağının özünü oluşturan da bu. Aslında sosyal güvenliğin insanların hastalık, yaşlılık, işsizlik, düşkünlük, yoksulluk dönemleri için bir güvence olması gerekirken, günümüzdeki baskın eğilim ve bu yasanın mantığı neredeyse tam tersi yönde: İnsanların böyle dönemlerini hep çalışarak, daha çok çalışarak karşılamaları öngörülmekte. Mevcut yasa taslağı, emeklilik yaşını kadınlar ve erkekler için eşitleyerek yukarı çekiyor ve gerekli prim ödeme gün sayısını yükseltiyor. Böylelikle de çalışmanın yaşlılığa doğru yayılmasının yolunu açıyor.

Öte yandan, bu yasanın içine yerleştiği neoliberal politikalar bağlamının bir ayağını da mikro kredi türünden uygulamalar oluşturmakta: Yoksulların sosyal güvenlikten yararlanmaları yerine, özellikle de bu uygulamaların hedefini oluşturan kadınların yoksulluk karşısında kendi başlarının çaresine bakabilecek hale getirilmelerini öngörüyor bu politikalar. Aslında mikro krediler, yoksulluk sınırlarının sürdürülebilir bir düzeyde tutulması için kadınların, ailelerinin bakımının ötesinde geçimlerini de üstlenmek zorunda bırakılmaları anlamına geliyor. Yine dünyadaki kimi uygulamalar (örneğin Amerika Birleşik Devletleri), sosyal güvenlik politikalarının artık işsizlik güvencesinin de çalışarak ödenecek bir şey haline getirdiğini gösteriyor: İşsizlik ödentisi yerine, işsizlerin artık kendilerine, kamu işletmelerinde vb. bulunan çok düşük ücretli işlerde çalışmaları beklenmekte.

Genel olarak günümüzdeki baskın “sosyal güven(siz)lik” mantığını şöyle nitelendirmek mümkün: Toplumsal dayanışmanın yerini, bireylerin kendi çabalarıyla, daha çok çalışarak kendi güvenliklerini sağlamalarının alması… Her tür destek ve gelir için çalışmanın bir önkoşul olması; her tür gelirin birebir çalışmaya bağlanması… Devletin vatandaşları desteklemesi yerine çalışanların bireysel olarak kendi güvenliklerini sağlamaya çabalamaları… İnsanların “güçlendirilerek” (kredi verilerek!!!) güvenliklerini kendi ellerinde tutan “özerk bireyler” haline getirilmeleri söyleminin ardında olan biten, aslında sosyal güvenliğin bireylerin sorumluluğuna bırakılması, sosyal politikaların bireyselleştirilmesinden başka bir şey değil. Mevcut yasa taslağı liberalizmin soyut eşitlik anlayışının, bireyciliğinin damgasını taşımakta: Kadınlar için her tür koruyucu önlemden bireysel özerkleşmeye, soyut eşitlikçiliğe doğru bir gidiş söz konusu. Kız çocukların yetim maaşlarının erkeklerle eşitlenerek, okuyorlarsa 25, okumuyorlarsa 18 yaşında kesilmesinin öngörülmesi; doğum izni ücretinin düşürülmesi; emzirme yardımı süresinin azaltılması, hep “cinsiyetsiz bireylerin eşitliği” anlayışının şekillendirdiği düzenlemeler. Bunun feminist dile tercümesi ise, kadınların bakım emeğinin tamamen yok sayılması. Ne var ki, öte yanda sağlık ve eğitim sisteminin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması kadınların bakım yükünün, karşılıksız emeğinin artması demek. Eski yasa kadınların aileye bağımlılıklarını ve ev dışında çalışmayacaklarını öngörürken, yeni yasa taslağıyla bir yandan kadınların karşılıksız ev emeğinin miktarı artarken, diğer yandan da ev dışında çalışacakları varsayılıyor. Yine emeklilik yaşının ve prim ödeme gün sayısının erkeklerinkiyle eşitlenmesi, kadınlar için emekliliği neredeyse olanaksız hale getiriyor. Geç emeklilik ve uzun prim ödeme süreleri, erkeklerin yaşam örüntülerini temel alan ve kesintisiz, tam zamanlı bir çalışma biçimine dayanan düzenlemeler. Başka bir deyişle, bakım yükünden özgürleşmiş bireyleri varsayan bir yaklaşım söz konusu burada. Kısacası, bu taslak, kadınların bakım yükünü arttırırken onlara bakım yükü olmayan özerk bireylermiş (erkekler gibiymiş) gibi davranıyor. Ve kadınlar için sağlık güvencesini ve emekliliği olanaksızlaştırıyor.

Soyut eşitlikçilik/farklılıkçılık kıskacı

Patriyarkal kapitalizmde sosyal güvenlik sistemlerini genellikle iki mantık belirler: Bunlardan biri ve son 25-30 yıla kadar baskın olanı, kadınların bakıcılık, annelik kimliğini vurgulayan ve kadınları bu kimliğe hapseden farklılıkçı mantıktır. Son dönemde giderek öne çıkan mantık ise, cinsiyetsiz soyut bireylerin eşitliğine dayalı liberal eşitlik anlayışıdır. Kadınlar genellikle bu iki mantığın arasına sıkıştırılır; kadınların önüne bireysel özgürleşme/koruyuculuk ya da soyut eşitlik/farklılık birer ikilem olarak sürülür: Kadınlar ya bakıcı-anne kimliğine hapsolmaya razı olmak zorunda bırakılırlar; ya da karşılıksız ev emekleri görünmezden gelinerek cinsiyetsiz-soyut bireylerin eşitliği yanılsamasına itilirler. Bu durumda özgürleşmek, özerkleşmek adına eşitsiz, güvencesiz bir rekabet ortamına sürülmüş olurlar.

Bazı somut örnekler üzerinden bu iki mantığa daha yakından bakacak olursak: ABD’de son döneme kadar yürürlükte olan sosyal güvenlik düzenlemeleri, bu iki mantığın birlikte işlediği iki ayaklı bir sistem oluşturuyordu. Bu ayaklardan ilki, uzun süreli ve istikrarlı çalışan “üretken vatandaşlara” yönelik sigorta sistemiydi. “Çalışan vatandaşlar” bir hak olarak sağlık ve emeklilik sigortasına kavuşuyorlardı. Bu vatandaşların büyük çoğunluğu, bakım yükünden özgürleşmiş olduğu için istikrarlı bir çalışma yaşamı olabilen erkeklerden oluşuyordu. Sistemin bu ayağı tümüyle soyut eşitlikçi bir mantığa dayalıydı: Kadınların bakım yüklerinin azaltılması için devlet hiçbir önlem almıyordu. İstikrarlı çalışan vatandaşları kayıran bir sistemdi bu.

Buna karşılık, karşılıksız bakım emeği harcamak zorunda olanlar, bu yüzden uzun süreli ve istikrarlı bir çalışma yaşamı olamayanlar, yani kadınlar, yaşlı kadınlar, yalnız anneler vb için, sistemin ikinci bir ayağı vardı: Sosyal güvenlik “hakları” değil, çalışan vatandaşların ödediği vergilerden oluşturulmuş “yardım” programları. Bu tür sosyal yardım programlarının yardımı alacak kişileri nasıl mercek altına yatırdığı, etiketlediği, damgaladığı, suçladığı hep bilinir. Harcamış oldukları karşılıksız bakım emeği için kadınlar bu tür bir ödüllendirmeye layık görülüyorlardı: Çalışan, üretken vatandaşların ödedikleri vergilerden yararlanan asalak, bakıcı vatandaşlar! Çalışanlar ve yardıma muhtaç olanlar (bakıcılar) olarak vatandaşları iki kategoriye ayıran bu sistem bu niteliğiyle ise farklılıkçıydı. Daha önce de değindiğim gibi, son dönemde sistemin yardım ayağı giderek çökmekte ve sosyal yardım alabilmek için de çalışma yükümlülüğü getirilmekte.

Fransa’da son döneme kadar yürürlükte olan sosyal güvenlik düzenlemeleri ise, bir bakıma kadınların harcadığı karşılıksız bakım emeğini bir sosyal hak olarak ödüllendirmeye yönelikti. Kadınlar ev dışında ücret karşılığı çalışmaya özendirilmiyorlar, farklılıkçı bir mantıkla bakıcı vatandaşlar olarak destek görüyorlardı. Annelik ödentileri vb bu mantıkta birer sosyal hak olarak görülüyordu. Bu farklılıkçı sistem kadınları, annelikte uzmanlaşmaya, bakıcı kimliklerine hapsolmaya itiyordu. Annelik kadınlara neredeyse bir meslek olarak sunulmuş oluyordu. Son dönemde, kadın iş gücünden yararlanma ve kadın emeğini istihdam etme politikaları uyarınca, kadınların annelik ödentilerinin yerini giderek kadınlara ödenecek çocuk bakımı/bakıcısı ödentileri almakta.

Ünlü İsveç örneğinde ise, hem kadınların bakıcılıklarının bir biçimde ödüllendirildiği hem de dışarıda çalışmalarını kolaylaştıracak bir sistem söz konusuydu. Ücretli doğum izninin bir ebeveyn hakkı olduğu bu sistemde doğum izninin ister anne ister baba kullanıyordu ve çocuk bakan ebeveyn için cinsiyetten bağımsız ödenekler vardı. Kısacası, bütün vatandaşların hem bakıcı hem çalışanlar olarak görüldüğü bir sistemdi bu. Bakıcılık konusunda, cinsiyetli olmayan, yansız önlemlerin alınmış olması bu sistemin ayırıcı özelliğiydi. Ne var ki, iş gücü piyasasındaki patriyarkal yapılanmada köklü dönüşümlerin olmadığı bir durumda bu, kadınlar için çifte iş yükü anlamına geliyordu. Kadınların siyasete, çalışma yaşamına katılımı artıyor, ama iş gücü piyasasındaki eşitsizlikler sürdüğü ölçüde doğum izninden, bakıcılık ödentilerinden yararlanmaya genellikle ücret ve çalışma koşulları daha kötü olan kadınlar aday oluyordu. Bu sistem de bir bakıma, bütün vatandaşlara eşitmiş gibi davranan ve cinsiyetsiz vatandaşların eşitliğini varsayan soyut eşitlikçi bir sistemdi.

Buna karşılık Norveç’te sadece babaların kullanabileceği ücretli babalık izni getirilmişti. Erkeklerin bakım ve ev işlerine özendirilmesi anlamına gelen bu yaklaşımın cinsiyetli bakışının, ev içinde kadınların karşılıksız emeğinin sınırlandırılması açısından daha sonuç alıcı olduğu yeterince açık olmalı. Nitekim son dönemde İsveç’te de babalık izni gündeme geldi.

Karşılıksız emeğin karşılığı olarak sosyal haklar

Feminist politika, sosyal güvenlik düzenlemelerini ve kadınların sosyal hak taleplerini soyut eşitlik/farklılık ya da bireysel özgürleşme/himayecilik ikileminden çıkarmak zorunda. Kadınların, bir yanda bir kimlik ve meslek olarak anneliğe hapsedilmekle, diğer yanda hiçbir destek olmaksızın özerk bireylermişçesine piyasaya sürülmek arasında seçim yapmak zorunda kalmayacakları bir politik perspektifin hareket noktası ise ancak kadınların karşılıksız ev emeği olabilir.

Ev kadınları ve anneler için sağlık ve emeklilik sigortası; kadınların farklılığı temelinde değil, bütün ailenin, kocanın, çocukların ve yaşlı-hasta aile yakınlarının karşılıksız olarak bakılmış olmalarının karşılığında kadınlara bir sosyal hak olarak sağlanmalıdır. Kadınlar için erkeklerden daha erken emeklilik hakkı da, aynı biçimde, kadınların yapmış oldukları çifte mesainin; ücretli işlerinin yanı sıra bütün hayatları boyunca karşılıksız ev emeği harcamış olmalarının karşılığıdır. Yine yarım ya da kısmi zamanlı çalışmanın emeklilik açısından tam zamanlı çalışma olarak sayılması, kadınlar aslında hiçbir zaman yarım zamanlı çalışmamış oldukları için gereklidir.

Ancak, bu düzenlemelerin kadınların iş gücüne katılımını kolaylaştıracak önlemlerle tamamlanması da gerekir: Kamusal bakım hizmetleri, babalık izni gibi bakım yükünün kadınların omuzlarından kalkmasını mümkün kılacak önlemlerle sosyal güvenlik düzenlemelerinin farklılıkçı bir doğrultuya girmesinin engellenmesi sağlanmalıdır. Sosyal hakları kadın emeğinin özgüllüğünden hareket ederek savunmak, kadınları eşitlik/farklılık kıskacından ve bunun getireceği savunmacı konumdan kurtarmanın tek yoludur: Hem kız çocukların erkeklerden farklı olan yetimlik haklarını savunmak, hem de aynı zamanda kadınların ücretli işgücüne katılımlarını sağlayacak önlemlerin alınmasını savunmak meşrudur, haklıdır, çünkü kadınlar ücretli iş gücüne katıldıkları zaman da emekleri karşılıksız ev emeğinin damgasını taşımaktadır.(*)

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) politikaları, bir yandan kadınların aileye bağımlılığını pekiştiriyor: Anayasa taslağında aileye tanınan ayrıcalıklı statü ile sağlık ve eğitim hizmetlerini özelleştirilmesi yoluyla bu hizmetlerin kadınlara yüklenmesi bunun en basit göstergeleri. Öbür yandan da, sosyal güvenlik düzenlemelerinde içkin olan bireyleşme ve cinsiyetsiz bireylerin eşitliği mantığı kadınları güvencesiz bireyler haline getiriyor.

Feminist politika bu mantığı tam tersine çevirmek zorunda: Feminizm, liberalizmin bireysel özerkleşmeye ve kadınların bireyler olarak güçlendirilmelerine dayanan cinsiyetsiz eşitlik söylemini benimseyemez. Hem bunu reddetmek zorundayız, hem de kadınların “farklılıkları” temelinde himaye edilmelerini öngören farklılıkçı mantığı. Savunmacı bir konuma sıkışmadan, erken emekliliği de, daha az prim ödemeyi de, ev kadınları ve anneler için sağlık ve emeklilik sigortasını da karşılığı verilmemiş emeğimizin karşılığı olarak talep etmeliyiz.

(*) Yetimlik maaşı ya da aile üyesi olarak alınacak herhangi bir ödenti konusunda birçok feministin kuşkuları var.

Gülnur Acar Savran-BİANET

0 Comments:

Post a Comment