28 Mart 2008 Cuma

2008-03-26
IMF ve Dünya Bankasının dayatmaları sonucu gündeme gelen ve sağlık ve sosyal güvenlik alanının piyasalaştırılmasını hedefleyen SSGSS yasası, uzun süredir emek örgütlerinin ve kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. KESK, SSGSS yasası ilk gündeme geldiği andan itibaren bu yasanın Sosyal Devlet anlayışının tasfiyesinin bir parçası olduğunu tespit ederek, bu yasayla halkın sağlık ve sosyal güvenlik haklarının büyük bir tahribata uğrayacağını dile getirmiştir. Bugüne dek, kimi zaman kendi örgütlülüğümüzle kimi zamansa değişik emek ve meslek örgütleriyle birlikte, sağlık hakkımızı ve geleceğimizi elimizden almaya çalışan bu yasaya karşı mücadelemizi sürdürdük.

KESK, başından bu yana SSGSS yasasının taşıdığı “neo-liberal öz”e itiraz ederek, yasanın tümden geri çekilmesini istemiş ve bu yöndeki taleplerini dile getirmiştir. Bunun yanı sıra, bugüne kadar, yasaya karşı kamuoyu bilinci oluşturabilmek ve güçlü bir muhalefet inşa edebilmek için mümkün olan en geniş toplumsal kesimlerle yan yana gelmek için çaba sarf etmiştir.

Bilindiği gibi, SSGSS yasasının meclis Genel Kurulu gündemine getirileceğinin kesinleşmesiyle, Emek Platformu uzun bir aradan sonra yeniden bir araya gelmiş ve yapılan toplantıda bir dizi eylem ve etkinlik kararı alınmıştı.

Toplantıda alınan karar gereği 13 Mart 2008 tarihinde bütün illerde ortak basın açıklamaları düzenlenmiş, 14 Mart 2008 tarihinde ise yurt genelinde 2 saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirilmiştir.

Emek Platformu’nun bu kararlı tutumu, kamuoyu tarafından umutla karşılandığı gibi, Hükümeti de bugüne kadar dikkate almadığı emek kesimleriyle yeniden masaya oturmaya zorlamıştır. Emek Platformu kendi içerisinde yaptığı çalışmalar sonucunda SSGSS yasasına karşı itirazlarını 19 başlık altında toplamış ve bu başlıkları ortaklaşa savunma kararı almıştır.

Geçtiğimiz hafta içerisinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, İşçi ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonları ve Emekli Dernekleriyle bir araya gelerek görüşmelerde bulunmuştur. Bu görüşmelere paralel olarak Bakanlığın ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun uzmanları ile yasa üzerinde çeşitli çalışmalar yürütülmüştür.

Tüm bu çalışma ve toplantıların ardından 24 Mart 2008 tarihinde Emek Platformu Başkanlar Kurulu bir kez daha bir araya gelerek, yaşanan gelişmelerle ilgili fikir alışverişinde bulunmuş ve aynı gün öğleden sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile yapılacak görüşmede takınılacak tutum konusunda ortaklığa varılmıştır. Bu ortaklaşmaya göre yasayla büyük hak kayıplarına uğrayacağımız 7 temel başlık konusunda “olmazsa olmaz” bir kararlılık göstereceğimizin altı çizilmiştir. Bu temel başlıklar: prim ödeme gün sayısının 7000 olarak belirlenmesi, emeklilik yaşının 58-60 olarak kalması, aylık bağlama oranlarında hak kaybının olmaması, fiili hizmet zamlarının kapsamının daraltılmaması, temel teminat paketi- ilaç-fiyatlandırma komisyonlarına meslek örgütleri temsilcisinin alınması, Emekli aylıklarının hesaplanmasında refah payının tamamının yansıtılması ve katkı-katılım paylarının kaldırılması olarak tespit edilmiştir.

24 Mart 2008 Pazartesi saat 15.00’de, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile SSGSS yasası hakkındaki değerlendirme, itiraz ve önerilerimizi dile getirdiğimiz bir görüşme yapılmıştır. Yaklaşık 5 saat süren toplantı sonucunda Emek Platformu’nun önerilerini dinleyen Bakan ve Uzmanlar bazı konu başlıklarında taleplerimize paralel düzenlemelere gidilebileceğini dile getirmiştir. Toplantı sonrasında Faruk Çelik bir açıklama yaparak söz konusu toplantıda katedilen mesafe ile ilgili basına bir açıklama yapmıştır. Bakan Çelik’in açıklaması ardından Emek Platformu adına Türk İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu da bir açıklama yaparak bazı hususlarda görüş birliğine varıldığını, fakat Emek Platformu’nun itirazı olan konuları önümüzdeki günlerde de gündemden düşürmeyeceğini dile getirmiştir.

Yapılan görüşme sonucunda yasadaki bazı parametrelerde Hükümet geri adım atmış, fakat yasanın bütünlüğüne sirayet eden özde bir değişim olmamıştır. Diyalog sürecinde hükümetin attığı geri adım, hak kayıplarımızın bir kısmını ortadan kaldırır nitelikte olsa da, yasa geleceğimizi tehdit etmeye devam etmektedir. KESK, Emek Platformunda belirlenmiş olan temel parametrelerde bütünlüklü bir değişim olmadığı sürece SSGSS yasasına karşı mücadele etmekte kararlıdır.

SSGSS Yasası İle İlgili Emek Platformu Önerileri ve Bakanlıkta Yapılan Toplantı Sonucu Gelinen Noktaları PDF olarak açmak/indirmek için TIKLAYINIZ.

(eğitim sen)


afiş: Hande Dilek Akçam

27 Mart 2008 Perşembe

Evet, tuhaf gözüküyor ama sosyal güvenlikteki “uzlaşmanın” özeti budur: “Temel parametreler” hariç bir uzlaşmaya varılmış! Biraz daha sadeleştirerek söyleyelim; SSGSS’nin esasında bir uzlaşma yok. Esasta hükümetin dediği (IMF ve Dünya Bankası’nın dediği) olurken esasa girmeyen konularda ise Emek Platformu’nun dediklerinin bir kısmı kabul edilmiş. Nitekim Bakan “uzlaşma gecesi” yaptığı açıklamada “temel parametreler” konusundaki talepleri kabul etmediklerini açıkça söyledi (25 Mart 2008 tarihli gazeteler).

Ancak iki gündür sosyal güvenlikte uzlaşma rüzgârları esiyor. O hırçın hükümet, herkesle kavgalı hükümet; sendikalara “yalancı” diyen başbakan gitmiş onun yerini “sosyal taraflarla” uzlaşmış, sağduyulu, munis bir hükümet ve Çalışma Bakanı almış. Başbakan, Çalışma Bakanı Çelik’i ne kadar takdir etse azdır. Çelik, temel hedeflerinden geri adım atmaksızın bir uzlaşma illüzyonu yaratmayı başardı. Emek Platformu bileşenleri, Bakanlığın kapısındaki o resim içinde yer alarak hükümete adeta can simidi uzattılar; Üstelik SSGSS’nin temel felsefesini değiştiremedikleri halde.

Hükümet sosyal güvenlik müzakeresini gayet “başarılı” yürütmüş ve sözde reforma son aşamada sendikaları da ortak etmeyi başarmıştır. Geri adım atmış izlenimini vererek, tansiyonu düşürmüş, sendikaları oyalamış ve beş saatlik bir toplantı sonunda “7200 gün” sürprizi ile ters köşeye yatırmıştır. “Hâlâ itirazlarımız var” dense de, Bakanlığın kapısındaki “o resim”den ve yaratılan uzlaşma illüzyonundan sonra geçmiş olsun! Kamuoyunun gazı alınmıştır, basının gazı alınmıştır, muhalefetin gazı alınmıştır. Geçmiş olsun! Emek Platformu, mart ayı içinde gayet başarılı yürüttüğü çalışmaları, yükselen toplumsal tepkiyi altın bir tepside hükümete sunmuştur.
SSGSS’nin temel parametreleri (hedefleri) nelerdi? Daha güç, daha geç emeklilik; daha düşük emekli maaşı. Diğer bir ifadeyle sigortalıdan çalışandan daha fazla prim almak ancak daha az hizmet ve hak sunmak. Genel sağlık sigortasının temel parametreleri ise sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi, özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması idi. SSGSS’nin bütün hükümleri bir oya gibi bu amaçlar doğrultusunda örülmüştü. Peki ne oldu da “uzlaşma” illüzyonu ortaya çıktı? Yakından bakalım:

•Soru: Emekli aylık bağlama oranlarının düşürülmesi konusunda kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. Yeni işe girenlerin emekli aylık bağlama oranları ortalama yüzde 2.6’dan yüzde 2’ye düştü. Halen çalışanların ilk on yıllık hizmeti için yüzde 3.5 olan aylık bağlama oranı on yıldan arta kalan süreler için 3’e düştü.
•Soru: Emeklilik yaşı konusunda kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. 58-60 yaş sürecek ve ileride 65 olacak. Üstelik erken emeklilik pek çok sektörde kaldırıldığı bazı çalışanlara ek süre getirilmiş oldu.
•Soru: Güncelleme katsayısında kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. Emekliler milli gelir artış oranının yüzde 100’den değil yüzde 30’undan yararlanacak. Emekli aylıkları düşecek.
•Soru: Emekli aylıklarının alt sınırında kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. Emekli aylığı alt sınırı yüzde 35-40 olarak saptandı. Özellikle düşük ücretlilerin emekli aylıkları düşecek.
•Soru: Fiili hizmet zammında (itibari hizmet süresi) kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. Gazeteciler dahil geçmişte fiili hizmet süresinden yararlanan çalışanların çoğu artık erken emekli olamayacak.
•Soru: Malullük aylığı konusunda kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. 5 yıl ve 900 gün koşulu 10 yıl ve 1800 güne çıkarıldı. İnsaf! Sanki insanlar keyifleri için malul kalıyor!
•Soru: Emekli aylıklarının yükseltilmesinde, enflasyon ile birlikte refah payının da dikkate alınması konusunda kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. Emekli aylıklarının ilk hesaplanmasında olduğu gibi artırılmasında da emekliler milli gelirden pay alamayacak.
•Soru: Genel sağlık sigortasının temel parametreleri konusunda kimin dediği oldu? Yanıt: Hükümetin. Özel hastanelere ödenecek farklar ve istisnai hizmetlerde ödenecek farklar konusunda hükümetin dediği oldu. Sağlığın özelleşmesinin yolu açıldı.
•Soru: Genel sağlık sigortasında yoksulluk sınırının asgari ücretin üçte biri olarak belirlenmesinde kimin dediği oldu. Yanıt: Hükümetin.

Bardağın dolu tarafını görmediğimi düşünenler için yazayım. Evet bardağın içinde birkaç damla var. Bunlardan biri 7200 gün. Hükümetin 9 binden 7200 güne inmesi hararetle karşılandı ama bu taviz bir illüzyondur. Emekli yaşı ile birlikte ele alınmayan prim gün sayısı fiilen anlamsızdır. Örneğin 7200 prim gün sayısını 45 veya 50 yaşında dolduran bir çalışan 58-60 veya 65 yaşına kadar beklemek zorunda. Onca yıl boşta bekleyemeyeceği için prim gün sayısı fiilen 8-9 bin güne yine yükselecek. Bardaktaki diğer damlalar ise (emzirme yardımı, cenaze yardımı, çeyiz parası, diş protez katkı paylarının düşürülmesi) önemsiz değil ama esası değiştirmeyen konular.
Eğer sendikalar tepki göstermeseydi bu adımlar da atılmayacaktı. Ancak bardaktaki birkaç damla için hükümetin uzlaşma illüzyonu içinde yer almak, SSGSS’yi onaylar duruma düşmek ve Emek Platformu’nun potansiyelini heba etmek gerekmiyordu. Emek Platformu, SSGSS’de kırmızı çizgilerini koruyamadı. Yazık oldu.

aziz çelik-birGün

Emek Platformu, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun çağrısıyla yarın (27 Mart) saat 14:00'te Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) tasarısıyla ilgili toplanıyor.

Tasarı Meclis'te "temel yasa" niteliğiyle görüşülecek. Bu 30 maddelik bölümler halinde hızla oylanması ve üzerine konuşma yapılmaması anlamına geliyor.

Gürsoy: "Sevindirici uzlaşma havası" gerçeği yansıtmıyor

Hafta başında Bakan Faruk Çelik'le görüşmeye katılan Emek Platformu Başkanlar Kurulu'nda yer alan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Gençay Gürsoy, görüşmeden sonra basına yansıtılan "sevindirici uzlaşma havası"nın gerçeği yansıtmadığını, zira görüşmenin ardından özellikle sağlık alanında "kazanılmış ciddi bir şey olmadığını" bianet'e söyledi. TTB'nin muhalefetini sürdüreceğinin altını çizdi.

bianet'in görüştüğü Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Başkanı İsmail Hakkı Tombul da muhalefetlerinin süreceğini, bir ilerleme olduğunu düşünmediklerini, Emek Platformu sürecini bekleyeceklerini dile getirdi.

DİSK: AKP oldu bittiye getiriyor

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi bugün (26 Mart) yaptığı açıklamada, hükümetin görüşmeleri, sonuçlanmış ve uzlaşmaya varılmış gibi sunmaya çalıştığını, hükümetin emeklilik yaş haddinin 65 olması, refah payı ve fiili hizmet zammı konularında yasa taslağının aynen kalmasında ısrar ettiğini söyledi.

Çelebi, daha önce "yasanın her aşamasında itiraz ve katkıları alabileceğini" söyleyen hükümetin tasarıyı "temel yasa" olarak görüşmesini de eleştirdi.

"Yasaya karşı itirazlarımız sürerken, Meclis’te “temel yasa” olarak görüşülmek istenmesi, bir oldu bittiye getirilerek halkın yasayı etraflıca algılamasının engellenmesi. Bu yöntemle hükümet, yasanın her aşamasına halkın ve sosyal tarafların katılmasını engelliyor, Meclis’teki partilerin ve vekillerin yasayı toplum önünde tartışmasını önlüyor. Hükümetin bu 'oldu bittiye getirme' tavrını kınıyoruz!"

"Eylemi sürdürelim"

Konfederasyonun Genel Sekreteri Tayfun Görgün de Emek Platformu'nu toplantıya çağırdıklarını, yarından itibaren muhalefet partilerini ziyaret edeceklerini, yarın DİSK'in örgütlü olduğu yerlerde 12:00-13:00 arasında hükümetin tavrını protesto edeceklerini ve Emek Platformu'nu 1 Nisan'da Meclis önünde etkinlik düzenlemeye çağırdıklarını duyurdu.


bianet

Hükümet, Emek Platformu bileşenleri ile varılan uzlaşmayı fırsat bilerek, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısı’nı Meclis’e taşıdı. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, yaptığı görüşmelerde yasanın görüşülmesine bugün başlanacağını bildirdi. Çelik, bu yasanın ardından kıdem tazminatını hedefe koyan istihdam paketinin tartışmaya açılacağını söyledi. Bir yandan da emek örgütü temsilcilerinin ve emekçilerin yasaya ve hükümete tepkileri sürüyor.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, yaptığı yazılı açıklama ile SSGSS’nin sosyal devletin tasfiyesi anlamına geldiğini söyledi. Soğancı, yasayla tüm vatandaşların sağlık ve sosyal güvenlik haklarının büyük tahribata uğrayacağını dile getirdi. Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi ile Ankara Barosu Yönetim Kurulu’nun ortak açıklamasında da tasarının genel olarak tüm sigortalıların haklarını geriye götüreceği ifade edildi. Açıklamada “Bu yasa tasarısı, kadınları yine ucuz emek, yedek iş gücü ve kayıt dışı istihdamın her türlü kuralsızlığına dayanmak zorunda olan bireyler olmaya mecbur bırakacaktır” denildi.
DİSK’ten yapılan açıklamada ise Emek Platformu’na acil toplantı çağrısı yaptı. DİSK bölge ve il temsilciliklerinin olduğu bütün illerde yarın saat 12.00 ile 13.00 arasında SSGSS’ye karşı eylem yapılacağı bildirilen açıklamada, aynı gün Meclis’teki mufalefet partilerinin de ziyaret edileceği kaydedildi. Ayrıca Emek Platformu’na 1 Nisan’da Meclis önünde eylem yapma çağrısında bulunuldu.
KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul da hükümetin toplum vicdanında oluşan rahatsızlığı gidermeden, emek örgütlerinin taleplerini karşılamadan, toplumsal bir mutabakat sağlamadan yasanın Meclis’e taşınmaması gerektiğini kaydetti. Tombul, KESK’in, Emek Platformu’nda belirlenmiş olan temel parametrelerde bütünlüklü bir değişim olmadığı sürece tasarıya karşı mücadele etmekte kararlı olduğunu bildirdi.
EP’e tepki
Birleşik Metal-İş Sendikası’ndan yapılan açıklamada ise 24 Mart’ta Çalışma Bakanlığı ile yapılan toplantı sonrası verilen mutabakat görüntüsünün işçiler arasında moral çöküntüsüne neden olduğu bildirdi. “Bu tablo Emek Platformu ve onu oluşturan bileşenlerin, eylem ve etkinlikler süresince söyledikleri sözlerin arkasında durmadıkları ve Çalışma Bakanı’yla ortak açıklamada görüntü vermeyi daha fazla önemsedikleri ortaya çıkmaktadır” denilen açıklamada, mutabakat olarak sunulan uzlaşma ile yürürlükte olan hakların korunmadığı ve geriye gittiği ifade edildi. Açıklamada şunlara yer verildi: “Sendikacılar, genel kurullarında seçilirken, kazanılmış haklarını sermaye ve devletle pazarlık konusu etmek için seçilmiyorlar. Gerçek sendikacılık, kazanılmış hakların hiçbir koşulda pazarlık edilmemesidir. 24 Mart 2008 akşamı, çocuklarımız ve torunlarımızın haklarını pazarlık edenler, işçi sınıfı ve sendikacılık hareketinin tarihine kara harflerle geçmeyi hak etmişlerdir.”
Mitinge çağrı
İzmir’de aralarında işçi ve memur sendikalarının yanı sıra, meslek örgütlerinin bulunduğu Cumhuriyet İçin Güç Birliği Çalışma Grubu da 30 Mart Pazar Günü yapılacak olan “Sağlık ve Sosyal Güvencemi İstiyorum Mitingi”ne çağrı yaptı. Yol-İş İzmir 1 No’lu Şube’de gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan Şube Başkanı Bülent Zenginobuz, “Emek Platformu ile hükümet arasındaki görüşmelerde sadece 7 bin günde bir uzlaşı oldu. Diğer maddelerde bir uzlaşma söz konusu değil. Dolayısıyla mücadele sürüyor. Bu nedenle herkesi 30 Mart’ta Gündoğdu Meydanı’nda yapacağımız mitinge çağırıyoruz” diye konuştu.

(evrensel)

26 Mart 2008 Çarşamba

1990’lardan beri Türkiye’nin gündeminde olan sosyal güvenlik reformu konusu, bu ay içindeki son derece önemli direnişlerle muhtemelen yeni bir siyasi safhaya girmiş bulunuyor. Reform girişiminin içeriği ve sosyal hakları nasıl etkilediği yıllardır ayrıntılı bir biçimde, farklı açılardan tartışılıyor. Benim bu yazıda tartışmak istediğim konu, girişimin, yol açtığı tepkilerin ve bu tepkilere karşı iktidarın takındığı tavrın siyasi açıdan düşündürdükleri, yani reform sürecinin Türk siyaseti açısından ne anlama geldiği.

Reform süreci, Türkiye’de devlet-toplum ilişkilerinin özelliklerini anlamak açısından önemli ipuçları içeriyor. Bu açıdan, eski sosyal güvenlik sisteminin niteliği önemli. Eski sistem, formel sosyal güvenlik kapsamındakilere, işteki konumlarına bağlı olarak emeklilik ve sağlık güvencesi sunan bir sistem. Dolayısıyla bu haklar, vatandaşlık hakları olmaktan çok formel sektörde çalışanların hakları olarak tanımlanabilir. Buna bağlı olarak, çalışanların yarısının formel sosyal güvenlik sistemi dışında kaldığı Türkiye’de, sosyal haklar temelinde ortaya çıkan devlet-vatandaş ilişkisinin çalışanların yarısı için geçerli olmadığı, bu kesimin devletle ilişkilerinin farklı bir nitelik taşıdığı söylenebilir. Bu durumun Türkiye’de siyaset yapma biçimini etkilememesi imkansız.

Türkiye’deki seçim süreçlerinde, sosyal güvenlik sisteminin içerdiği ikili yapıyı yansıtan siyasi amaçlı kaynak kullanımı biçimleri açıkça görülebiliyor. Burada görülen, siyasi rekabetin sosyal hakların içeriğini etkileyen politikalar temelinde değil de, geniş halk kesimlerine sağlanan fırsatlar üzerinden yürütülmesi. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, son zamanlara kadar büyük önem taşımış olan gecekondu afları, siyasi rekabetin aldığı şekli yansıtan önemli bir örnek oluşturuyor. Daha yakın dönemde, özellikle AKP’nin iktidara gelmesinden sonra, düzensiz, keyfi ve çoğu zaman ayni nitelikleriyle sosyal hak kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan yoksul yardımları, seçim süreçlerini belirlemekte önemli bir rol oynadılar. Giderek, gönüllü girişimler yoksullukla mücadele alanında önemli aktörler haline geldiler ve onların faaliyetleri de seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir nitelik kazandı. Bu gönüllü girişimler, her zaman faaliyetleri ve siyasi iktidarla ilişkileri denetlenebilir olan dernekler veya vakıflar değil. Hayırsever şahıslar veya dini cemaatler de, bu alanda yürüttükleri tamamen denetim dışı yardım faaliyetleriyle siyasetin içinde yer alabiliyorlar. Önümüzdeki yerel seçimlerde, özellikle Fetullah Gülen cemaatinin aktif katılımıyla gerçekleşecek gibi görünen Doğu ve Güney Doğu Anadolu belediye seçimlerinde, bu gelişmenin çok çarpıcı örnekleriyle karşılaşmamız beklenebilir.

Bu durum, haliyle, Türkiye’de örgütlü kesimlerin siyasetin aktörleri olarak oynadıkları rolün Batı demokrasilerindekinden farklı olmasına yol açıyor. Bu farklılığın bir yanı, temsil ettikleri kesimlerin haklarını korumak için, veya yeni hak talepleriyle, ortaya çıkan örgütlerin siyasi ağırlığını azaltması. Bu siyasi ağırlığı zayıflatan önemli bir unsur da, iktidara örgütlü kesimlere karşı sosyal haklardan tamamen yoksun kesimi kullanma imkanı vermesi. Bu bağlamda, “asıl halk”ı ikinci kesimin oluşturduğu gibi bir fikir temelinde, “sendikaların bir işçi aristokrasisini temsil ettikleri”, “meslek örgütlerinin halkı değil kendi çıkarlarını düşünmeleri” gibi suçlamaların, sanki çıkar mücadelesi gayrı meşru bir şeymiş gibi, ortaya konulabildiklerini biliyoruz. 12 Eylül darbe rejiminden kalma bir mevzuatla işçi sendikalarının nasıl etkisizleştirildikleriyle, memur sendikalarının grev hakkına sahip olmamaları yüzünden kamu sendikacılığının nasıl kağıt üzerinde kaldığıyla ilgili soruların gündeme getirilmesi bile zorlaşıyor ve demokratik bir toplumda kabul edilmesi mümkün olmayan bir durum, pek zorlukla karşılanmadan sürdürülebiliyor.

Bu ay tanık olduğumuz eylemler, varolan mevzuatla grev hakları engellenmiş olan memur sendikalarının ortaya koydukları son derece meşru sivil itaatsizlik örneğiyle birlikte, örgütlü demokratik toplumlarda devlet-vatandaş ilişkilerinin, yardımseverlik üzerinden değil hak talepleri temelinde biçimlenmesi gerektiğine işaret ettiler. Hükümetin reform tasarısını örgütlü kesimlerle konuşarak yeniden gözden geçirmeyi kabul edeceği yolundaki demeçleriyle, Türkiye’de pek alışılmamış bir demokratik siyasi ortam oluşabileceği yolunda ümitler belirdi. Siyasi yetkililerin hangi hayırsever girişimlerle ortaklaşa kime ne kadar sadaka dağıttıklarıyla belirlenmesi mümkün olmayan bir demokratik siyaset biçimi olabileceği görüldü.

Ama görülmesi gereken bir şey daha var. Bu tür bir demokratik siyaset ortamının yerleşebilmesi için, iki şey daha gerekli. Önce, demokrasinin oy çokluğu ilkesinin ve “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz” anlayışının içerdiği ulusal çıkar kavramının ötesinde, farklı çıkar gruplarının hak mücadeleleri temelinde biçimlenen bir siyasi düzen olduğu fikrinin anlaşılması ve kabul edilmesi gerekiyor. Bugün iş başında bulunan hükümetin bu fikri benimsemesi epey vakit alabilir. İkincisi, ancak hak sahibi vatandaşların katılımıyla gerçekleşebilecek olan demokratik süreçlerin, toplumun bütün fertlerinin hak sahibi vatandaşlar haline gelmesini gerektirdiğini görmek gerekiyor. Çalışanların yarısı sosyal güvenlik kapsamı dışında kalmaya ve sosyal yardımlar hak-temelli, formel bir nitelik kazanmadığı ölçüde, devlet-vatandaş ilişkisinin, dolayısıyla siyasetin mantığını değiştirmek pek kolay olmayabilir. Sanıyorum sendikaların ve meslek örgütlerinin bunu dikkate almaları gerekiyor. Bu örgütlerin haklı taleplerinin benimsenmesi ve kabul edilmesi için son eylemler gibi eylemlere başvurmaya devam etmeleri gerekebilir. Ama bunu yaparken, toplumsal meşruiyet zeminlerini güçlendirmek için kendi tabanları dışındaki kesimlerin durumunu da dikkate almak zorundalar. Eğer sosyal hak mücadelesini herkesin sosyal haklara sahip olması için, sağlık ve emeklilik hakkının herkesi hakkı olması, sosyal yardımların bir vatandaşlık hakkına dönüşmesi için girişilen bir mücadele olarak görüp sürdürmeye başlarlarsa, hem edinilmiş hakların korunması, hem de demokrasinin işleyişi açısından çok daha sağlam bir zemin oluşmasını sağlayabilirler. Ve bunu sadece onlar sağlayabilirler.

ayşe buğra-radikal 2-22 mart 2008

Meclis gündeminde bulunan SSGSS Tasarısı’nda Emek Platformu ile bakanlık kısmi uzlaşma sağladı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Tasarısı üzerinde, Çalışma Bakanı Faruk Çelik başkanlığında Emek Platformu heyeti ile yapılan 5 saatlik toplantıdan temel parametreler dışında kısmi anlaşma sağlandı. TİSK’in katılmasının da dikkat çektiği toplantı sonunda konuşan Bakan Çelik, “Dört dörtlük bir uzlaşma olmaz” dedi.
Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, TBB Başkanı Gençay Gürsoy, TİSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Vekili Tahsin Güney ile bakanlık bürokratları ve konfederasyonların uzmanlarının katılımı ile önceki gün yapılan toplantı gece geç saatlere kadar sürdü. Toplantı sonunda EP üyeleri ile birlikte basının karşısına çıkan Bakan Çelik, “birçok noktada mutabakata vardıklarını” söyledi.
‘Dört dörtlük mutabakat yok’
Bütün sendikalarla aynı ölçüde uzlaşma olmayacağını savunan Çelik, “Böylesi bir konuda dört dörtlük bir mutabakat mümkün değildir. Önemli konularda mutabakata vardık, ama varamadığımız konular da oldu” diye konuştu. Üzerinde mutabakata vardıkları maddeleri, “Prim gün sayısının 7 bin 200 gün olması, aylık bağlama oranları, diş protezleri, sağlık meslek örgütlerinin kurullarda yer alması” olarak sıralayan Çelik, güncelleme katsayısının yüzde 30 değil, yüzde 100 olarak uygulanmasına ilişkin öneriyi, “temel parametrelerde adım atamadıkları” savunması ile kabul edemediklerini söyledi. Fiili hizmet zamları konusunda bilimsel verileri dikkate aldıklarını öne süren Bakan Çelik, teknolojik gelişmeler nedeniyle, fiili hizmet zammı kapsamı dışına çıkardıkları mesleklerin risk taşımadığını öne sürdü. Çelik, netice itibariyle sosyal tarafların daha önce kendilerine 19 madde halinde ilettikleri konuların büyük bir çoğunluğunda mutabakat sağladıklarını iddia etti. Bir soru üzerine Çelik, tasarının bu hafta Meclis Genel Kurulu’na geleceğini söyledi.
Kumlu: Büyük ölçüde anlaştık
EP Dönem Sözcüsü, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu da “yüzde 80-90 oranında mutabakat sağladıklarını” belirterek, “temsil ettikleri insanların haksızlığa uğramamaları için uğraştıklarını, bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek niyetinde olduklarını söyledi. “Sosyal güvenlik sisteminde bir değişimin gerekli olduğunu” ifade ettiklerini belirten Kumlu, “Emek Platformu bileşenleri olarak 19 maddelik önerilerde bulunduk. Bugüne kadar 2-3 hususta mutabakat sağlayamadık, ama inanıyor ve ümit ediyorum ki, bu hususları genel kurul aşamasında Sayın Bakan ve yetkililer gözden geçirecekler, biz de takip edeceğiz” dedi.
“Yaş”, “güncelleme katsayısı” ve “fiili hizmet zammı” konularında mutabakat sağlanamadığını belirterek, genel kurul aşamasında bu konularda görüşmelerinin devam edeceğini kaydeden Kumlu, “65 yaş kararı olmazsa olmaz taleplerinizdendi. 65 yaş talebiniz olmadığı halde eylemlerinizden vazgeçecek misiniz” sorusunu ise “Verdiğimiz tekliflerde büyük ölçüde, yüzde 80-90 oranında mutabakat sağladık. Güncelleme katsayısı, 65 yaş ve fiili hizmet zammında mutabakat sağlanamadı. Bunu da zaman içinde izleyeceğiz, takip edeceğiz” diye geçiştirdi.
Toplantıya katılımı, “bakanlığın, Emek Platformu’nu bölmek için uyguladığı bir taktik” olarak yorumlayan TİSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik de, “sosyal güvenlikte dünyanın bile gıpta edeceği bir noktaya geldiklerini” ileri sürdü. (Ankara/EVRENSEL)


Yasada gelinen son durum

1- Halen kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan yaş sınırının kademeli olarak kadın ve erkeklerde 65’e; 7 bin olan prim gün sayısının 9 bin güne çıkarılmasında kısmi anlaşma sağlandı. Bakanlık 65 yaşta ısrar ederken, prim gün sayısı SSK’lılar için 7 bin 200 olacak. Memurlar ve Bağ-Kur’lular için ise halen uygulamadaki gibi 9 bin gün kalacak.
2- Halen fiili hizmet zammından yararlanan çalışanların bu hakları bazı sektörlerde ellerinden alınıyor. Bakanlık, ağır ve tehlikeli işler tüzüğünde sayılan meslekler dışındakilere fiili hizmet zammını sistemin kaldırmayacağı iddiası ile bu maddede taleplere yanaşmadı.
3- Malullük ve ölüm aylığı hak etmek için öngörülen 10 yıl sigortalılık ve 1800 prim gün sayısında, eski haline dönülerek 5 yıl sigortalılık ve 900 gün prim ödenmesi yeterli sayıldı.
4- Aylık bağlama oranı bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra işe girecekler için yüzde 2’ye düşürüldü, ki bu, emekli maaşlarının yüzde 40’lar düzeyinde düşmesi anlamına gelecek. Mevcutlar için ise 10 yıllık süre baz alınarak, 10 yıllık sigortalılar için maaş bağlama oranı yüzde 3.5, 10 yıldan arta kalanlar ya da 10 yılı dolduramayanlar için yüzde 3, yeni yasa ile geçecek süreler için yüzde 2 olarak uygulanacak.
5- Emekli aylıklarının hesaplanmasına ilişkin kazançların güncel erimesinde kullanılacak katsayının belirlenmesinde refah payının yüzde 100’ü yerine, yüzde 30’u dikkate alınacak. Emekli maaşlarının büyümeden pay alamamasına neden olan bu konuda, bakanlık hiçbir esneklik göstermedi.
6- İş kazası ve meslek hastalığı sonucu yüzde 25 ve daha yüksek oranda sakat kalan çalışanlara bağlanan sürekli iş göremezlik gelirinin alt sınırı tasarı ile kaldırılırken, EP’in önerisinin daha altında bir alt sınır kondu.
7- Alt sınır aylığı düşürüldüğünden, özellikle mevsimlik, geçici süreli ve yarı zamanlı çalışanlara, daha az aylık almakla karşı karşıya kalmamaları için EP’in önerdiği yüzde 45’lik alt sınırın altında bir sınır kondu.
8- Çalışan ve ölüm geliri-aylığı alan çocuksuz dul eş aylığı, yüzde 75’ten yüzde 50’ye düşürülürken, bakanlık EP’in bu konudaki yüzde 75 oranının kalması önerisini kabul etmedi.
9- Emekli aylıklarının yükseltilmesinde yalnızca enflasyon oranındaki artış dikkate alınacağından, emekli, dul ve yetimlere refahtan pay verilmeyecek. “Enflasyon oranındaki artışla birlikte önceki yılda gerçekleşen gelişme hızı oranının dikkate alınması” önerisi bakanlıkça kabul edilmedi.
10- Asgari ücretin üçte biri tutarında, altı ay süreyle verilmesi kabul edilen emzirme yardımı, bir defaya mahsus olarak düzenlenmektedir. Emzirme yardımının süre ve miktarını belirleme yetkisi kurula bırakıldı.
11- Asgari ücretin üç katı tutarında verilmesi kabul edilen cenaze yardımı bir asgari ücret tutarına indirilmektedir. Miktarı belirleme yetkisi kurula bırakıldı.
12- Yetim kız çocukları için ödenmekte olan evlenme yardımı (çeyiz parası) yetim aylığının 24 katı tutarından 12 katına düşürülmektedir. EP’in önerisi doğrultusunda 24 katı tutarı kabul edilirken, mevcut uygulamadaki dul eşe evlenme yardımı kaldırıldı.
13- Çalışanlar ile emekli, dul ve yetimlerin yararlanacakları sağlık hizmetlerine ilişkin tedavi yöntemleri, ilaç ve tıbbi malzemelerin miktar ve sürelerini belirleme yetkisinin kurum yönetimine bırakılması EP tarafından da kabul edilirken, meslek örgütlerinin kurulda söz ve karar sahibi olması önerisi getirildi. Bakanlık söz verdi, ancak meslek örgütlerinin kurulda yer almasının şekli netleşmedi.
14- Diş protezlerine yaş sınırı getirilerek 18 yaşını doldurmamış veya 45 yaşından gün almamış kişiler protez bedelinin yüzde 50’sini cepten ödeyecektir. EP’in isteği doğrultusunda yaş ve bedelin yüzde 50’sini ödeme zorunluluğu kaldırıldı.
15- Çalışanlar ile emekli dul ve yetimler, özel hastanelerden yararlanmak için sağlık hizmeti bedelinin yüzde 20’sini cepten ödeyecektir. EP’in yüzde 20 katkı payının kaldırılması önerisi kabul edilmedi.
16- Sosyal Güvenlik Kurumu’nun oluşturacağı bir komisyonun belirleyeceği tedavi yöntemleri dışındakilere, üç katına kadar fark ücreti ödenmesi öngörülmektedir. Platformun, fark ücretinin kaldırılması önerisi kabul edilmedi.
17- Muayene ve tedaviler için şimdilik 2 YTL; protez, ortez ve ilaç bedelleri için yüzde 10 ve yüzde 20 oranında değişen oranlarda katılım payı ödenecektir. EP’in katılım payı alınmaması önerisi kabul edilmedi.
18- Çalışması sona eren sigortalılardan, önceki yıl içinde 90 gün prim ödeyenlerin kendileri, 120 gün prim ödeyenlerin ise kendileri ile birlikte bakmakla yükümlü oldukları kişilerin, 6 ay süreyle sağlık yardımlarından yararlanma hakkı kaldırılırken, EP’in 6 aylık süre önerisine rağmen 3 aylık sürede anlaşma sağlandı.
19- GSS primlerini devletin ödeyeceği kişiler için asgari ücretin üçte biri olarak belirlenen yoksulluk sınırının, ülke şartlarına göre yükseltilmesine yönelik EP’in talebi kabul edilmedi. Bu duruma göre 202 YTL geliri olandan GSS primi kesilecek. Yeşil kartlar 2 yıllık sürenin sonunda kalkacak, yeşil kartlılar da GSS primi ödemek zorunda kalacak.

Sultan Özer (evrensel)

20 Mart 2008 Perşembe







En azından şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki:
sağlık ve sosyal güvenliği tamamen bütçeden finanse etmekle
yeni SSGSS arasında primler/vergiler düzeyinde
önemli bir finansman farkı yoktur.
Konu, vergi, bütçe, prim vs. değil;
sağlık ve sosyal güvenliğin kim tarafından (emek mi sermaye mi?)
ne ölçüde finanse edileceği sorunuysa
yeni SSGSS emekçiler açısından en azından finansman düzeyinde
‘sağlık ve sosyal güvenlik devlet bütçesinden finanse edilsin’
tezinden daha geri değildir.


Kapitalizmin Yeniden Üretimi ve Ücret:

Konumuz SSGSS olduğu için ücret meselesine yakından bakarak başlamamız gerekiyor. Kapitalist üretim süreci sonunda emeğin ‘emekçi için gerekli emek’ (yani emekçiye türlü biçimlerde ödenen ücret) ve kapitalistin karı olarak (+rant+faiz) iki parçaya ayrıldığını biliyoruz.

Kapitalizm açısından ‘gerekli emek’ nedir? sorusuyla başladığımızda ücreti çözümleyebilir, ‘türlü biçimler’ nedir sorusunu sorduğumuzdaysa modern sigorta sistemlerini ele alabiliriz.

Kapitalizm açısından ‘gerekli emek’ yani ücret, üretim sürecinin gereksindiği emekçinin yaşamını sürdürebilmesi ve yerine geçecek emekçiyi (yani çocuklarını) yetiştirebilmesi için gerekli meblağdır. Bunun üzerinde yapılan her ödeme kapitalist için kardan zarardır. Bu meblağın içinde emekçinin kendisini ve çocuklarını doyurabilmek ve barındırabilmek için yapacağı harcamalar yanında, kendisi ve çocuklarının sağlığı için yapacağı harcamalar, çocuklarının eğitimi için yapacağı harcamalar, çalışamaz hale geleceği yaşlılık günlerindeki geçimi için yapacağı harcamalar ve kendisini bir insan olarak algılamak için gereksindiği tüm diğer (kültürel, sosyal, keyfi vb.) harcamalar vb. tamamı yer alır.

Dolayısıyla kapitalizmde emekçinin ücreti sorunu bir yandan kapitalizmin temel çelişkisinin konusu iken diğer yandan kapitalizmin yeniden üretimi sorununun da temel bir parçasıdır.

Kapitalizm için amaç toplumsal ücreti tüm bileşenleriyle birlikte asgari noktada tutmaktır.

Peki ama bu ‘asgari’ nasıl tayin edilecektir? Bu sorunun tek cevabı vardır: Sınıf mücadelesiyle.

Mücadele ‘toplumsal ortalama karlar’ ile ‘toplumsal ortalama ücretler’ zeminindedir. Emeğin ve sermayenin bu mücadeledeki güçleri kendilerini birer sınıf olarak ne ölçüde örgütleyebildiklerine bağlıdır.

Sosyal Sigorta ve Genel Sağlık Sigortası Yasası:

Eğer toplumsal olaylara böyle bir noktadan bakıyorsanız SSGSS yasa tasarısının amacı da gayet açıktır: Sağlık ve sigorta üzerinden ortalama toplumsal ücreti aşağı, ortalama karı yukarı çekmek. Fakat SSGSS bunu yaparken kendisini bu günle sınırlandırmamakta önüne 50 yıllık bir perspektif koymaktadır.

SSGSS bunu sağlamak için ikili bir starteji izlemektedir: Bir yandan bütün emekçiler için emeklilik gün sayıları ve emeklilik yaşı yükseltilmekte, diğer yandan kapitalizmin kendi ürünü olan yedek işgücü ordusunun ve Türkiye kapitalizmine özgü kayıtdışı çalıştırlan emekçilerin sağlık giderlerinin bir bölümünü de çalışan kayıtlı emekçiler üzerine yıkmaktadır. Böylelikle sermaye kendi yükümlülükleri için yeni bir şey yapmamakta, yeni bir kaynak ayırmamakta, bir bölüm yükümlülüğünü de kayıtlı emekçilerin üzerine yıkmış olmaktadır. Bu arada emekçileri de ustalıklı bir biçimde birkaç ayrı düzlemde bölmektedir. (1.düzlem: halen çalışmakta olan-yasadan sonra çalışmaya başlayacak emekçiler, 2. düzlem: kayıtlı emekçiler-kayıt dışı emekçiler, 3. düzlem: kamu çalışanı-bağımsız çalışanlar ve işçiler düzlemi (1))

SSGSS’deki Genel Sağlık Sigortası Neler Getiriyor?

1-Temel Teminat Paketiyle SGK’nın (Sosyal Güvenlik Kurumu’nun) verdiği hizmet daraltılıyor, tüm yararlanıcıların daha fazla cepten ödeme yapması isteniyor.
2-Katkı payları artırılıyor bu yolla da yine tüm yararlanıcıların daha fazla cepten ödeme yapması isteniyor.

Bu iki yolla devlet çalışanların (işçi, memur ve bağımsız çalışan) ücretlerini (sosyal ücret olarak sağlık) aşağıya çekmiş oluyor.

Fakat diğer yandan da:

3-Toplumun en düşük gelirli ve halen çoğu yeşil kartlı bölmesinin bir bölümü (yasaya göre asgari ücretin 1/3’ünden az gelirliler) SG şemsiyesine alınıyor. (Tablo-1)
4-18 yaş altı nüfusun tamamı bu arada borçlu bağımsız çalışanların çocukları da SG şemsiyesine alınıyor. (bkz. Tablo-1)



Asgari ücretin 1/3’ünden daha az gelirlilerin primlerinin genel bütçeden karşılanması öngörülüyor. Demek ki bu kesimin GSS primlerine emek ve sermaye bütçeye katkıları oranında katılmış oluyorlar. Diğer yandan 18 yaş altı nüfus içinse prim şartı aranmayacağı söyleniyor. Öyleyse emek ve sermaye SGK’na katkıları ölçüsünde 18 yaş altı nüfusun primlerini de ödemiş oluyor.

Buna daha yakından baktığımızda GSS’de ücretliler için ödenecek toplam %12.5 (brüt ücretin %12.5’u) primin 5 puanının işçi (yani emek) 7,5 puanının ise işveren (yani sermaye) tarafından ödeneceğini görüyoruz. Buradan hareketle SGK bütçesinin %16,5 Bağımsız Çalışanlar, %50,1 sermaye, %33,4 emekçiler tarafından ödenecek diye düşünebiliriz. (bkz. SGK Bülteni 2006 verileri: Gelirler)

Demek ki devlet yeni SSGSS ile çalışanların ücretini aslen üç yolla azaltıyor.

1-Ücretliler ve bağımsız çalışanlarıngelirlerinin bir bölümünü sağlık katkı payları ve özel hastanelerin alacağı farklar yoluyla sermayeye aktararak
2-Ücretlilerin ödediği vergilerin bir bölümünü SGK yoluyla toplumun en düşük gelirli kesimine aktararak (SG kapsamı dışında ve geliri asgari ücretin 1/3’ünden daha az olanlar)
3-Ücretlilerin ödediği ve ücretliler için sermaye tarafından ödenen primlerin bir bölümünü de bağımsız çalışanların bir bölümüne (borçlu bağımsız çalışanların 18 yaş altı çocukları) aktararak.

Sağlık Ve Sosyal Güvenlik Bütçeden Finanse Edilse Ne Olur?

Türkiye’deki bütçenin vergi gelirlerine bakıldığında kabaca şöyle bir tablo ortaya çıkıyor.



Gelir vergilerinin emekçiler ve bağımsız çalışanlar tarafından ödendiğini biliyoruz. Sermayenin katkısı ise tüketimi ve yatırımları sırasında ödediği vergilerden, kurumlar vergisinden ve servet vergisine katkısından (çünkü bu kalemin önemli bölümü de özel araç vergisi) oluşuyor.

Bilindiği gibi gelirden kesilen verginin oranı yıllık brüt gelirin toplam miktarına göre (7500 YTL’ye kadar %15, 7500-18.000 arası %20, 18.000-44.000 arası %27, 44.000 ve üzeri ise %35) degismektedir. Yukaridaki rakamlar bu oranlarla uyumludur. Ücretliler 2006 yılında GSYIH’nin %26.3’ü=151.278 milyon YTL (GSYIH 575.205 milyon YTL)kadar gelir elde etmiş ve buna karsilik tahminen 24.200 milyon YTL’yi gelir vergisi olarak (Bağımsız çalışanların gelir vergisindeki payının SGK gelirlerindeki payı kadar olduğunu varsayarak kalan miktarın ücretliler tarafından gelirlerinden %20’si oranında ödendiğini düşünebiliriz), tahminen 19.061 milyon YTL’yi de(Sigorta ve vergi kesintilerinden sonra kalan tahmini gelirlerinin %18’i) de dolayli vergi olarak devlete geri ödemişlerdir diye tahmin edebiliriz. Buna karsilik sermaye aynı yıl tahminen; ödedigi 43.837 milyon YTL’lik dolayli vergiye karsilik (bağımsız çalışanların gelir vergisi, dolaylı vergi hesabının da ücretlilerle aynı olduğunu varsayarak) sadece 14.275 milyon YTL gelir vergisi (kurumlar vergisi) ödemektedir.

Demek ki 2006 yılında emeğin ödediği her 1 birimlik vergiye karşılık sermaye tahminen 1,34 birim vergi ödemiştir diyebiliriz.

Bilindiği gibi SSGSS’de emekçinin ücreti üzerinden %12,5 sağlık sigortası primi kesilmekte bunun %5’i işçiden %7,5’u ise işverenden tahsil edilmektedir. Yaşlılık, malüllük ve ölüm sigorta kolları için ise oranlar %9 ve %11’dir. Kısa vadeli sigorta kollarında ise tamamı işveren tarafından ödenecek %1-6,5 arası bir prim ve işsizlik sigortası için de %2 işveren %1 devlet tarafından ödenen prim oranları sözkonusudur.

Demek ki SSGSS Tasarısındaki toplam primler sözkonusu olduğunda emekçinin ödeyeceği 1 birimlik prime karşılık işveren 1,54 birimlik prim ödeyecektir.

En azından şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: sağlık ve sosyal güvenliği tamamen bütçeden finanse etmekle yeni SSGSS arasında primler/vergiler düzeyinde önemli bir finansman farkı yoktur. Konu, vergi, bütçe, prim vs. değil; sağlık ve sosyal güvenliğin kim tarafından ne ölçüde finanse edileceği sorunuysa yeni SSGSS emekçiler açısından en azından finansman düzeyinde ‘sağlık ve sosyal güvenlik devlet bütçesinden finanse edilsin’ tezinden daha geri değildir.


Emekçilerin amacı sağlık ve sosyal güvenliğin tamamen sermaye tarafından finanse edilmesini sağlamaktır. Emeklilik prim ödeme günsayıları ve yaş sınırının aşağıya çekilmesi muhakkak talep edilecek, SSGSS’nin yaratacağı diğer sigorta kayıplarına karşı da mücadele edilecektir.

Ama yeni SSGSS’nin finansmanı ve tasarısının ‘genel sağlık sigortası’ karşısında öne sürülmesi gereken talepler ‘devlet bütçesinden finansman’ değil aşağıdakiler ya da benzerleri olmalıdır.

1-SGK gelirlerini oluşturacak primlerin tamamı işverenler tarafından ödenmelidir. Çalışanlardan prim kesme uygulamasına son verilmelidir. İşverenlerin ödeyecekleri primler sadece kendileri hesabına çalışan işçiler için ödeyecekleri primlerden ibaret olmamalı gelir ve servetlerine orantılı bir ‘ek prim’i de (çalışamayanlar yani kendi eserleri olan yedek işgücü ordusu için) içermelidir. (Yeni yasayla Rahmi Koç asgari ücretli bir işçinin ancak 6,5 katı prim ödeyecektir. Oysa serveti bunun çok çok üzerindedir.) Bağımsız çalışanlar ise sermayenin işçiler için ödediği oranda bir primi kendi gelirlerinden ödemelidir.
2-SGK çalışan çalışmayan herkese eşit sağlık hizmeti sunmalı, SGK’dan hizmet almak için nüfus cüzdanı yeterli olmalıdır.
3-Sağlık hizmetlerinin sunumunda hastalardan asla katkı payı alınamamalıdır.
4-Teminat paketi vb. ortadan kaldırılmalıdır.
5-Sağlık ve sosyal güvenlik için yapılan bütçe katkısı en fazla’da eşitlenmelidir. (Bu katkı BAĞ-KUR’lular, kamu çalışanları ve SSK’lılar arasındaki eşitsizliği arttırmamalı eşitliğe hizmet etmelidir.) bkz. dipnot
6-Özel hastanelerin fark ücreti vb. adlar altındaki ek ücret uygulamasına son verilmeli, bunu kabul etmeyen kişi ve kurumlarla SGK anlaşma yapamamalıdır.

Dr. Ahmet Tellioğlu
dr.ahmet.tellioglu@gmail.com

1. SGK’nın verilerine bakıldığında sağlık hizmetlerinden en fazla yararlanan kesimin kamu emekçileri olduğu, bunu serbest çalışanlar (borçsuz BAĞ-KUR’lular ile emekli BAĞ-KUR’lular) ve hizmet akdi ile çalışanların (SSK’lı işçiler) izlediği görülmektedir.




Oysa kişi başına yapılan ödemeler ve devlet katkısı sözkonusu olduğunda: en büyük katkı BAĞ-KUR’lulara (borçsuz Bağ-Kur’lular ve emekli BAĞ-KUR’lular), sonra kamu çalışanlarına (çalışan ve emekli) ve en son işçilere (çalışan ve emekli) yapılmaktadır.

sendika.org

Bu kısa yazı, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa taslağının ayrıntılı bir değerlendirmesinden çok, taslağı ekonomik ve politik bağlamına yerleştirmeyi ve kadınları ilgilendiren birkaç maddesinden hareketle sosyal güvenlik düzenlemeleriyle feminist politika bağlantısına kısaca bakmayı hedefliyor.

Daha somut olarak ifade etmek gerekirse bu yazıdan muradım, sosyal güvenlik düzenlemelerinde kadınların genellikle sıkıştırıldığı soyut eşitlikçilik/farklılıkçılık ikileminin bu taslakta kendini nasıl ortaya koyduğunu ve bunun nasıl aşılabileceğini tartışmaya açmak.

Taslağın içine yerleştiği bağlam: Neoliberalizm

SSGSS’yi dünya ölçeğindeki neoliberal politikalar bağlamına yerleştirdiğimizde ilk göze çarpan olgu şu: Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sosyal güvenlik giderek, insanların hep daha çok çalışarak, daha çok prim ödeyerek kendilerinin finanse ettikleri bir şey haline geliyor.

Yeni yasa taslağının özünü oluşturan da bu. Aslında sosyal güvenliğin insanların hastalık, yaşlılık, işsizlik, düşkünlük, yoksulluk dönemleri için bir güvence olması gerekirken, günümüzdeki baskın eğilim ve bu yasanın mantığı neredeyse tam tersi yönde: İnsanların böyle dönemlerini hep çalışarak, daha çok çalışarak karşılamaları öngörülmekte. Mevcut yasa taslağı, emeklilik yaşını kadınlar ve erkekler için eşitleyerek yukarı çekiyor ve gerekli prim ödeme gün sayısını yükseltiyor. Böylelikle de çalışmanın yaşlılığa doğru yayılmasının yolunu açıyor.

Öte yandan, bu yasanın içine yerleştiği neoliberal politikalar bağlamının bir ayağını da mikro kredi türünden uygulamalar oluşturmakta: Yoksulların sosyal güvenlikten yararlanmaları yerine, özellikle de bu uygulamaların hedefini oluşturan kadınların yoksulluk karşısında kendi başlarının çaresine bakabilecek hale getirilmelerini öngörüyor bu politikalar. Aslında mikro krediler, yoksulluk sınırlarının sürdürülebilir bir düzeyde tutulması için kadınların, ailelerinin bakımının ötesinde geçimlerini de üstlenmek zorunda bırakılmaları anlamına geliyor. Yine dünyadaki kimi uygulamalar (örneğin Amerika Birleşik Devletleri), sosyal güvenlik politikalarının artık işsizlik güvencesinin de çalışarak ödenecek bir şey haline getirdiğini gösteriyor: İşsizlik ödentisi yerine, işsizlerin artık kendilerine, kamu işletmelerinde vb. bulunan çok düşük ücretli işlerde çalışmaları beklenmekte.

Genel olarak günümüzdeki baskın “sosyal güven(siz)lik” mantığını şöyle nitelendirmek mümkün: Toplumsal dayanışmanın yerini, bireylerin kendi çabalarıyla, daha çok çalışarak kendi güvenliklerini sağlamalarının alması… Her tür destek ve gelir için çalışmanın bir önkoşul olması; her tür gelirin birebir çalışmaya bağlanması… Devletin vatandaşları desteklemesi yerine çalışanların bireysel olarak kendi güvenliklerini sağlamaya çabalamaları… İnsanların “güçlendirilerek” (kredi verilerek!!!) güvenliklerini kendi ellerinde tutan “özerk bireyler” haline getirilmeleri söyleminin ardında olan biten, aslında sosyal güvenliğin bireylerin sorumluluğuna bırakılması, sosyal politikaların bireyselleştirilmesinden başka bir şey değil. Mevcut yasa taslağı liberalizmin soyut eşitlik anlayışının, bireyciliğinin damgasını taşımakta: Kadınlar için her tür koruyucu önlemden bireysel özerkleşmeye, soyut eşitlikçiliğe doğru bir gidiş söz konusu. Kız çocukların yetim maaşlarının erkeklerle eşitlenerek, okuyorlarsa 25, okumuyorlarsa 18 yaşında kesilmesinin öngörülmesi; doğum izni ücretinin düşürülmesi; emzirme yardımı süresinin azaltılması, hep “cinsiyetsiz bireylerin eşitliği” anlayışının şekillendirdiği düzenlemeler. Bunun feminist dile tercümesi ise, kadınların bakım emeğinin tamamen yok sayılması. Ne var ki, öte yanda sağlık ve eğitim sisteminin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması kadınların bakım yükünün, karşılıksız emeğinin artması demek. Eski yasa kadınların aileye bağımlılıklarını ve ev dışında çalışmayacaklarını öngörürken, yeni yasa taslağıyla bir yandan kadınların karşılıksız ev emeğinin miktarı artarken, diğer yandan da ev dışında çalışacakları varsayılıyor. Yine emeklilik yaşının ve prim ödeme gün sayısının erkeklerinkiyle eşitlenmesi, kadınlar için emekliliği neredeyse olanaksız hale getiriyor. Geç emeklilik ve uzun prim ödeme süreleri, erkeklerin yaşam örüntülerini temel alan ve kesintisiz, tam zamanlı bir çalışma biçimine dayanan düzenlemeler. Başka bir deyişle, bakım yükünden özgürleşmiş bireyleri varsayan bir yaklaşım söz konusu burada. Kısacası, bu taslak, kadınların bakım yükünü arttırırken onlara bakım yükü olmayan özerk bireylermiş (erkekler gibiymiş) gibi davranıyor. Ve kadınlar için sağlık güvencesini ve emekliliği olanaksızlaştırıyor.

Soyut eşitlikçilik/farklılıkçılık kıskacı

Patriyarkal kapitalizmde sosyal güvenlik sistemlerini genellikle iki mantık belirler: Bunlardan biri ve son 25-30 yıla kadar baskın olanı, kadınların bakıcılık, annelik kimliğini vurgulayan ve kadınları bu kimliğe hapseden farklılıkçı mantıktır. Son dönemde giderek öne çıkan mantık ise, cinsiyetsiz soyut bireylerin eşitliğine dayalı liberal eşitlik anlayışıdır. Kadınlar genellikle bu iki mantığın arasına sıkıştırılır; kadınların önüne bireysel özgürleşme/koruyuculuk ya da soyut eşitlik/farklılık birer ikilem olarak sürülür: Kadınlar ya bakıcı-anne kimliğine hapsolmaya razı olmak zorunda bırakılırlar; ya da karşılıksız ev emekleri görünmezden gelinerek cinsiyetsiz-soyut bireylerin eşitliği yanılsamasına itilirler. Bu durumda özgürleşmek, özerkleşmek adına eşitsiz, güvencesiz bir rekabet ortamına sürülmüş olurlar.

Bazı somut örnekler üzerinden bu iki mantığa daha yakından bakacak olursak: ABD’de son döneme kadar yürürlükte olan sosyal güvenlik düzenlemeleri, bu iki mantığın birlikte işlediği iki ayaklı bir sistem oluşturuyordu. Bu ayaklardan ilki, uzun süreli ve istikrarlı çalışan “üretken vatandaşlara” yönelik sigorta sistemiydi. “Çalışan vatandaşlar” bir hak olarak sağlık ve emeklilik sigortasına kavuşuyorlardı. Bu vatandaşların büyük çoğunluğu, bakım yükünden özgürleşmiş olduğu için istikrarlı bir çalışma yaşamı olabilen erkeklerden oluşuyordu. Sistemin bu ayağı tümüyle soyut eşitlikçi bir mantığa dayalıydı: Kadınların bakım yüklerinin azaltılması için devlet hiçbir önlem almıyordu. İstikrarlı çalışan vatandaşları kayıran bir sistemdi bu.

Buna karşılık, karşılıksız bakım emeği harcamak zorunda olanlar, bu yüzden uzun süreli ve istikrarlı bir çalışma yaşamı olamayanlar, yani kadınlar, yaşlı kadınlar, yalnız anneler vb için, sistemin ikinci bir ayağı vardı: Sosyal güvenlik “hakları” değil, çalışan vatandaşların ödediği vergilerden oluşturulmuş “yardım” programları. Bu tür sosyal yardım programlarının yardımı alacak kişileri nasıl mercek altına yatırdığı, etiketlediği, damgaladığı, suçladığı hep bilinir. Harcamış oldukları karşılıksız bakım emeği için kadınlar bu tür bir ödüllendirmeye layık görülüyorlardı: Çalışan, üretken vatandaşların ödedikleri vergilerden yararlanan asalak, bakıcı vatandaşlar! Çalışanlar ve yardıma muhtaç olanlar (bakıcılar) olarak vatandaşları iki kategoriye ayıran bu sistem bu niteliğiyle ise farklılıkçıydı. Daha önce de değindiğim gibi, son dönemde sistemin yardım ayağı giderek çökmekte ve sosyal yardım alabilmek için de çalışma yükümlülüğü getirilmekte.

Fransa’da son döneme kadar yürürlükte olan sosyal güvenlik düzenlemeleri ise, bir bakıma kadınların harcadığı karşılıksız bakım emeğini bir sosyal hak olarak ödüllendirmeye yönelikti. Kadınlar ev dışında ücret karşılığı çalışmaya özendirilmiyorlar, farklılıkçı bir mantıkla bakıcı vatandaşlar olarak destek görüyorlardı. Annelik ödentileri vb bu mantıkta birer sosyal hak olarak görülüyordu. Bu farklılıkçı sistem kadınları, annelikte uzmanlaşmaya, bakıcı kimliklerine hapsolmaya itiyordu. Annelik kadınlara neredeyse bir meslek olarak sunulmuş oluyordu. Son dönemde, kadın iş gücünden yararlanma ve kadın emeğini istihdam etme politikaları uyarınca, kadınların annelik ödentilerinin yerini giderek kadınlara ödenecek çocuk bakımı/bakıcısı ödentileri almakta.

Ünlü İsveç örneğinde ise, hem kadınların bakıcılıklarının bir biçimde ödüllendirildiği hem de dışarıda çalışmalarını kolaylaştıracak bir sistem söz konusuydu. Ücretli doğum izninin bir ebeveyn hakkı olduğu bu sistemde doğum izninin ister anne ister baba kullanıyordu ve çocuk bakan ebeveyn için cinsiyetten bağımsız ödenekler vardı. Kısacası, bütün vatandaşların hem bakıcı hem çalışanlar olarak görüldüğü bir sistemdi bu. Bakıcılık konusunda, cinsiyetli olmayan, yansız önlemlerin alınmış olması bu sistemin ayırıcı özelliğiydi. Ne var ki, iş gücü piyasasındaki patriyarkal yapılanmada köklü dönüşümlerin olmadığı bir durumda bu, kadınlar için çifte iş yükü anlamına geliyordu. Kadınların siyasete, çalışma yaşamına katılımı artıyor, ama iş gücü piyasasındaki eşitsizlikler sürdüğü ölçüde doğum izninden, bakıcılık ödentilerinden yararlanmaya genellikle ücret ve çalışma koşulları daha kötü olan kadınlar aday oluyordu. Bu sistem de bir bakıma, bütün vatandaşlara eşitmiş gibi davranan ve cinsiyetsiz vatandaşların eşitliğini varsayan soyut eşitlikçi bir sistemdi.

Buna karşılık Norveç’te sadece babaların kullanabileceği ücretli babalık izni getirilmişti. Erkeklerin bakım ve ev işlerine özendirilmesi anlamına gelen bu yaklaşımın cinsiyetli bakışının, ev içinde kadınların karşılıksız emeğinin sınırlandırılması açısından daha sonuç alıcı olduğu yeterince açık olmalı. Nitekim son dönemde İsveç’te de babalık izni gündeme geldi.

Karşılıksız emeğin karşılığı olarak sosyal haklar

Feminist politika, sosyal güvenlik düzenlemelerini ve kadınların sosyal hak taleplerini soyut eşitlik/farklılık ya da bireysel özgürleşme/himayecilik ikileminden çıkarmak zorunda. Kadınların, bir yanda bir kimlik ve meslek olarak anneliğe hapsedilmekle, diğer yanda hiçbir destek olmaksızın özerk bireylermişçesine piyasaya sürülmek arasında seçim yapmak zorunda kalmayacakları bir politik perspektifin hareket noktası ise ancak kadınların karşılıksız ev emeği olabilir.

Ev kadınları ve anneler için sağlık ve emeklilik sigortası; kadınların farklılığı temelinde değil, bütün ailenin, kocanın, çocukların ve yaşlı-hasta aile yakınlarının karşılıksız olarak bakılmış olmalarının karşılığında kadınlara bir sosyal hak olarak sağlanmalıdır. Kadınlar için erkeklerden daha erken emeklilik hakkı da, aynı biçimde, kadınların yapmış oldukları çifte mesainin; ücretli işlerinin yanı sıra bütün hayatları boyunca karşılıksız ev emeği harcamış olmalarının karşılığıdır. Yine yarım ya da kısmi zamanlı çalışmanın emeklilik açısından tam zamanlı çalışma olarak sayılması, kadınlar aslında hiçbir zaman yarım zamanlı çalışmamış oldukları için gereklidir.

Ancak, bu düzenlemelerin kadınların iş gücüne katılımını kolaylaştıracak önlemlerle tamamlanması da gerekir: Kamusal bakım hizmetleri, babalık izni gibi bakım yükünün kadınların omuzlarından kalkmasını mümkün kılacak önlemlerle sosyal güvenlik düzenlemelerinin farklılıkçı bir doğrultuya girmesinin engellenmesi sağlanmalıdır. Sosyal hakları kadın emeğinin özgüllüğünden hareket ederek savunmak, kadınları eşitlik/farklılık kıskacından ve bunun getireceği savunmacı konumdan kurtarmanın tek yoludur: Hem kız çocukların erkeklerden farklı olan yetimlik haklarını savunmak, hem de aynı zamanda kadınların ücretli işgücüne katılımlarını sağlayacak önlemlerin alınmasını savunmak meşrudur, haklıdır, çünkü kadınlar ücretli iş gücüne katıldıkları zaman da emekleri karşılıksız ev emeğinin damgasını taşımaktadır.(*)

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) politikaları, bir yandan kadınların aileye bağımlılığını pekiştiriyor: Anayasa taslağında aileye tanınan ayrıcalıklı statü ile sağlık ve eğitim hizmetlerini özelleştirilmesi yoluyla bu hizmetlerin kadınlara yüklenmesi bunun en basit göstergeleri. Öbür yandan da, sosyal güvenlik düzenlemelerinde içkin olan bireyleşme ve cinsiyetsiz bireylerin eşitliği mantığı kadınları güvencesiz bireyler haline getiriyor.

Feminist politika bu mantığı tam tersine çevirmek zorunda: Feminizm, liberalizmin bireysel özerkleşmeye ve kadınların bireyler olarak güçlendirilmelerine dayanan cinsiyetsiz eşitlik söylemini benimseyemez. Hem bunu reddetmek zorundayız, hem de kadınların “farklılıkları” temelinde himaye edilmelerini öngören farklılıkçı mantığı. Savunmacı bir konuma sıkışmadan, erken emekliliği de, daha az prim ödemeyi de, ev kadınları ve anneler için sağlık ve emeklilik sigortasını da karşılığı verilmemiş emeğimizin karşılığı olarak talep etmeliyiz.

(*) Yetimlik maaşı ya da aile üyesi olarak alınacak herhangi bir ödenti konusunda birçok feministin kuşkuları var.

Gülnur Acar Savran-BİANET

Anayasa Mahkemesi tarafından birçok maddesi iptal edilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (SSGSS) demokratik muhalefetin tüm eleştirilerine rağmen tekrar TBMM'nin gündeminde. Emeklilik ve sağlık hakkını kısıtlayan bu kanun TBMM'de kabul edilirse hepimizi çok daha zor günler bekliyor.

Ülkenin ''kalkındığını, büyüme rekorları kırıldığını'' iddia edenlerin çıkardıkları yeni yasalarda nedense emekçilerin lehine tek bir madde bile bulunmuyor.

Talan edilen sosyal güvenlik fonlarındaki ''açıklar'' milyonları kayıt içine alarak giderileceğine, emeklilik yaşı yükseltilip, prim gün sayısı artırılıyor. Emekliliğimiz gasp ediliyor!

Sağlık hizmetinin her aşamasında sınırlama, katkı payı ve prim sistemi getirilip herkese ek sağlık vergisi konuyor.

Devletin tüm yurttaşlarına vermekle yükümlü olduğu ve bizlerden toplanan vergilerle finanse edilmesi gereken bu sosyal haklar bütçeye yük olarak yansıtılıyor.

Yarısı faiz ve rant gelirlerine aktarılan bütçede silah harcamaları olağanüstü boyutlara tırmandırılıyor.

Sağlığa ayrılan kaynak ise ne yazık ki %3 oranında kalıyor. Oysa sağlık ve sosyal güvenlik hakkı bizim ve çocuklarımızın bugünü ve geleceğini oluşturuyor.

AKP tarafından hazırlattırılan anayasa taslağında da, sosyal devletin önemli simgesi olan sağlık ve sosyal güvenlik hakları, tek bir maddeye indirgenmiştir. Oysa karşı çıktığımız 12 Eylül Anayasası’nda bile sağlık ve sosyal güvenlik hakları 56. maddeden ve 65. maddeye kadar on madde halinde düzenlenmiştir.

AKP'nin anayasa taslağının gerekçesinde asıl niyetin sosyal devletten liberal devlete geçiş olduğu satır aralarında gizlenmiş, sosyal yardıma vurgu yapılarak ''HAK YERİNE İANE'', ''SOSYAL DEVLET'' yerine ''SADAKA DEVLETİ'' anlayışı egemen kılınmaya çalışılmıştır.

BÜTÇEDEN AKTARMA ''KARA DELİK'' DEĞİL SOSYAL DEVLETİN GEREĞİDİR!

Sosyal güvenlik, gelirin yeniden dağılımı demektir. Varlıklı sınıflardan dar gelirli, yoksul kesimlere aktarma yapma amacını taşır.

Türkiye gelir dağılımının iyice bozuk olduğu ülkeler içinde yer almaktadır. Ülkemizde en zengin yüzde 20’lik kesim, milli gelirin neredeyse yarısını almaktayken en yoksul yüzde 20'lik kesimin aldığı pay ise yüzde 10 dolayındadır. Arada 5 kat fark vardır.

Sosyal güvenlik bir anlamda bu gelir adaletsizliğini düzeltmeyi amaçlayan mekanizmaların kullanılmasına hizmet eder. O nedenle bütçeden sosyal güvenliğe yapılan aktarma, hem gelir adaletsizliğinin düzeltilmesine yardımcı olacağı gibi hem de sosyal devlet olmanın bir gereğidir.

Sosyal güvenliğe yapılan aktarmayı ''AÇIK'' ya da ''KARA DELİK'' olarak nitelemek son derece yanlıştır.

Asgari ücret başta olmak üzere tüm ücretlilerin gelirleri neredeyse sabitlenirken, elektiriğinden suyuna, ulaşımından barınmasına kadar her şey pahalanıyor. Her şey piyasanın, sermayenin, IMF’nin talepleri doğrultusunda seyrediyor.

Oysa bu ülkenin tüm zenginliklerini biz yaratıyoruz. Yolsuzluk, suistimaller ve sömürü ortadan kaldırıldığında bu kaynaklar herkese emeklilik ve sağlık hakkını da içeren insanca bir yaşam sunmaya yeterlidir.

Emek ve meslek örgütleri olarak; haklarına sahip çıkma duyarlılığındaki herkesi iktidarın bu saldırgan yasalarına karşı ortak mücadeleye çağırıyoruz.

Başbakana duyurulur; ''SAĞLIKTA KIYAMET BU SENE KOPAR!''

(taraf-20mart2008)

ATİNA - Yunanistan, sağcı Kostas Karamanlis hükümetinin sosyal güvenlik reformu tasarısını protesto için aralıktan beri üçüncü kez genel greve gitti. Dün 2.5 milyon çalışanı temsil eden Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) ile Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu'nun (ADEDY) çağrısıyla tüm kamu ve özel sektör çalışanlarının, yani milyonlarca kişinin 24 saat boyunca iş bırakması hayatı felç etti. Atina'nın merkezinde greve destek için düzenlenen gösterilerde de polisle ufak çaplı çatışma çıktı.

Parlamento bugün oyluyor
Reform tasarısının bugün parlamentoda oya sunulması öncesi düzenlenen grev her koldan şöyle yürüdü:
-Şehiriçi ve şehirlerarası otobüs, tren, metro, troleybüs, tramvay çalışmadı, özellikle büyük kentlerde ulaşım zaman zaman durma noktasına geldi.
-İç ve dış hat uçuşlarında her istikamete tek sefer yapıldı. 150 uçuş iptal edildi, bir o kadarı ertelendi.
-Liman çalışanlarının işbaşı yapmamaları, anakara ile adalar arasındaki bağlantının kopmasına neden oldu.
-Kamu bankaları, belediyeler, vergi daireleri, temizlik işçileri, elektrik ve su işleri daireleri ile PTT çalışanlarının greve katılması hizmetleri aksattı. ATM'lerden bile para çekilemedi. Otel ve benzin istasyonu çalışanları bile iş bıraktı. Belediye işçilerinin 13 gündür süren çöp toplamama eylemiyle sokaklarda çöp dağları oluşurken, enerji şirketleri çalışanlarının grevleri yüzünden de iki haftadır sık sık elektrikler kesiliyor.
-Avukatlar cüppelerini giymemeyince mahkemelerde duruşmalar ertelendi.
-Orta-yüksek öğretim görevlileri ile öğretmenler greve katılınca, okullar açılmadı.
-Devlet hastanelerinde, doktorlar ile diğer sağlık personeli greve katılınca, yalnızca acil servisler hizmet verdi. Eczaneler de kepenklerini açmadı.

Medya da grevdeydi. Basın toplantıları ve benzeri etkinlikler iptal edildi. Kamu ve özel televizyon kanalları, radyo istasyonları ve haber ajansları yayınlarını durdurdu. Yazılı basın çalışanları işbaşı yapmadığından, ülke genelinde hiçbir gazete basılmadı. Bugün bayilerin rafları boş kalacak.
Dün Atina'nın merkezinde 100 bin kişi yürüdü, bir grubun parlamento önünde molotof kokteyli ve taşlar atması üzerine polis gözyaşartıcı gazla karşılık verdi. Selanik'te de 8 bin kişi yürüdü, iki banka ile üç ATM kundaklandı. Karamanlis sadece iki vekille çoğunlukta olduğu parlamentodan bugün reformun geçmesiyle protestoların durulması hesabını yapıyor. Ancak GSEE Başkanı Yiannis Panagopulos, "Oylamayla savaş bitmez. Uygulamaya da koymaları gerek. Direniş o zaman doruğa varacak" dedi. ADEDY Başkanı Sipros Papaspiros da, greve tam katılıma dikkat çekip, hükümetin halkın öfkesini hafife almaması gerektiğini söyledi.
Eylüldeki seçimde halkın Karamanlis'i yeğleyerek yenilgiye uğrattığı PASOK lideri Yorgos Papandreu da, Atina'daki göstericiler arasında şöyle konuştu: "Hükümet en temel emekli haklarını aşındırırken, zenginlere vergi indirimi, büyük şirketlere kazanım sunuyor. Bu kabul edilemez." Göstericiler, 'Emeklilik fonlarımız ile haklarımızın gaspına hayır', 'Yolsuzluk yasası' pankartları açtı. Anketlere göre halkın yüzde 71'i reforma karşı, yüzde 69'e grevi destekliyor.

Reform ne getiriyor?
Hükümet ise sadece devletin 10 milyar varo borçlu olduğu fonlardan bir kaç yıl içinde emeklilik için ödeme yapacak para kalmayacağını, AB'nin sıkı bütçe-maliye politikaları uyarınca sistemde reform gerektiğini savunuyor. Uzmanlar, sistem değişmezse fondaki açığın, GSYH'nin iki katı olan 400 milyar avroya ulaşacağı iddiasında. Emekliliği biraz zorlaştıran tasarının asıl kıyamet koparan yanı, çeşitli meslek kuruluşlarının oluşturduğu 155 emeklilik-sağlık fonunu beş ana fonun çatısı altında toplaması. Dolayısıyla kasalarında büyük paralar bulunan pek çok fon bu durumdan şikayetçi.
Erkeklerde 65, kadınlarda en fazla 60 olan emeklilik yaşına AB'deki kadın-erkek eşitliği getiriliyor. Emeklilik yaşından sonra üç yıl daha çalışmanın sürdürülmesi için emeklilik maaşı artışı sunuyor. Emeklilikte istisnalar 65 yaş esası üzerinden hesaplanacak. Birden fazla emekli maaşı yolu kapanacak. Nüfus artışı amacıyla bugüne dek erken emekli edilip ek ödenceler verilen çalışan annelerin de emeklilik sürelerini uzatıyor. İşe yeni giren gençlere daha az hak veriyor. Emekli maaşlarını azaltıyor. Çalışanları aşamalı özel sigortaya yöneltiyor. 2010'dan itibaren uygulanacak. (Radikal)

13 Mart 2008 Perşembe

Platform Üyeleri adına konuşan Büyükkucak iki saatlik iş bırakma eylemiyle ilgili "Tasarı halkın yüzde 70'ini ilgilendiriyor, bu yüzden eylem sırasında doğacak rahatsızlık hoşgörülmeli" dedi, hak kayıplarına dikkat çekti.

Emek Platformu, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısı'na karşı hükümeti uyarmak için aldığı iki günlük uyarı eylemi kararı kapsamında bugün (13 Mart) 81 ilde kitlesel basın açıklaması ve İstanbul'da eylem yaptı.

İstanbul'daki eylemde, Emek Platformu'nu oluşturan ve aralarında Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK'in de bulunduğu 17 kuruluşun üyeleri tasarıyı protesto etmek ve hükümeti uyarmak amacıyla Tünel'den Taksim'e yürüdü.

Emek Platformu yarın da 10:00-12:00 saatleri arasında "çalışmama hakkı"nı kullanarak, iki saat iş bırakma eylemi yapacak.

Yürüyüşe polis müdahalesi

Bugün Tünel'de saat 11:30'dan itibaren toplanmaya başlayan Emek Platformu üyeleri, döviz ve pankartlar açarak, sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçti. İstiklal Caddesi'nin Taksim Meydanı girişinde barikat oluşturan polis, grubun yürüyüşünü durdurdu.

Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi ve Emek Platformu Sözcüsü Faruk Büyükkucak, güvenlik kuvvetlerine, işçilerin alana çıkmamaları halinde kendilerini duyamayacağını belirterek, basın açıklamasının ardından dağılma sözü verdi.

Ancak polis, grubun Taksim Meydanı'na geçişine izin vermedi. Bunun üzerine işçilerin bir kısmı, Sular İdaresi'nin bulunduğu alana kadar ulaşırken, büyük bir bölümü İstiklal Caddesi'nde kaldı.

"Tasarı halkın yüzde 70'ini ilgilendiriyor"

Hükümetin, tasarıya ilişkin kendilerinin görüşünü de aldığını, ancak görüşlerinin Meclis Alt Komisyonu'nda dahi dikkate alınmadığını dile getiren Büyükkucak, yasa tasarısındaki 19 madde üzerinde hükümetle mutabakata varamadıklarını kaydetti.

Büyükkucak, sorunun sadece bu eylemlere katılan konfederasyon temsilcilerini değil, halkın yüzde 70'ini ilgilendirdiğini belirterek, bu nedenle eylemler sırasında yaşanacak rahatsızlıklara halkın hoşgörüyle yaklaşmasını istedi.

Hak kayıpları

Büyükkucak, düzenlemeler sonucu oluşacak hak kayıplarını şöyle sıraladı:

  • Bugün emeklilik için kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan yaş sınırı, kademeli olarak kadın ve erkeklerde 65'e, prim ödeme gün sayısı 7 binden 9 bine yükseliyor.
  • Halen fiili hizmet zammından yararlanan çalışanların bu hakları, aralarında medya çalışanlarının da bulunduğu bazı sektörlerde ellerinden alınıyor.
  • Malullük ve ölüm aylığı haketmek için aranan beş yıllık hizmet süresi 10 yıla, 900 günlük prim gün sayısıysa 1800 güne yükseliyor.
  • Aylık bağlama oranı, her 360 gün prim gün sayısı için yüzde ikiye iniyor.
  • Emekli aylıklarının hesaplanmasına ilişkin kazançların güncellenmesinde kullanılacak katsayının belirlenmesinde gelişme hızının yüzde 100'ü yerine, yüzde 30'u dikkate alınacak.
  • İş kazası veya meslek hastalığı sonucu yüzde 25 ve daha yüksek oranda sakat kalanlara bağlanan sürekli iş göremezlik gelirinin alt sınırı kaldırılıyor, çalışan ve ölüm geliri aylığı alan çocuksuz dul eş aylığı yüzde 75'ten, yüzde 50'ye düşüyor.
  • Çalışanlar ile emekli, dul ve yetimler, özel hastanelerden yararlanmak için sağlık hizmetinin bedelinin yüzde 20'sini cepten ödeyecek. [bianet]

Başbakan, Sosyal Güvenlik Yasası’na karşı iki saat iş bırakma kararı alan, Emek Platformu ve sendikalara esip gürlemiş. “Bunlar tasarıyı okumamışlar” diyor. Sendikacıları samimiyetsiz, dürüst olmamakla ve yalancılıkla suçluyor: “Bunlar sendikacılık yapmıyorlar, sadece, hükümetin yaptıklarıyla uğraşıyorlar, dertleri başka.” Nedir Başbakanı kızdıran ve zıvanadan çıkaran şey, işçi ve emekçilerden başkası değil.

Seyit Aslan'ın yazısı

Uzun aradan sonra nihayet harekete geçen Emek Platformu’nun “iki saatlik iş bırakma” kararı alması bile hareketlenmeye yetti. Hatta hükümet ve sermaye kanadında bir panik yarattığını da söylemek mümkündür.
Recep T. Erdoğan’ın önceki gün Meclis grup toplantısındaki konuşmasında SSGSS Kanun Tasarısı’nı ilk sıraya alarak geniş yer vermesi ve her zamanki gibi nara atarak bu tasarıya karşı çıkan milyonları “yalancılıkla” suçlaması, bir panik içinde olduğunu gösteriyordu.

Hasan Hüseyin Kırmızıtoprak'ın yazısı

Hükümetin ısrarla Meclis'ten çıkarmak istediği Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısı'na karşı sendika ve meslek örgütleri sokağa çıkmakta kararlı olduklarını açıkladı. Yasaya karşı çıkanları 'yalancı' olmakla suçlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a alanda cevap vereceklerini belirten emek örgütleri temsilcileri, "Kavgadan dönenin kaşığı kırılsın" dedi. Bugün basın açıklaması ve yarın da iki saatlik iş bırakma ile sürecek eylemlere Türkiye'nin her bölgesinden geniş katılımın olması bekleniyor. KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, 14 Mart'tan sonra tasarının Meclis'e gelmesi durumunda Emek Platformu bileşenlerine yeni eylemler için çağrıda bulunacaklarını söyledi. Başbakan Erdoğan'ın Meclis'te tasarıya karşı olanlara 'yalancı' olmakla suçlamasına tepki gösteren Tombul, AKP hükümeti ile beş yıldır kavga ettiklerini belirterek, "Alanlara çıkıp taleplerimizi ısrarla bir kez daha dile getireceğiz. Kavgadan dönenin kaşığı kırılsın" şeklinde konuştu.

TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı da, Erdoğan'a tepki göstererek, önüne gelen yasaları iyi okuması gerektiğini söyledi. Soğancı, "Toplumun farklı duruşları yan yana gelmeli, emek ve meslek örgütleri ile birlikte emek cephesini örgütlemelidir" diye kaydetti. Erdoğan'ın açıklamalarını "Hayra alamet değil" şeklinde yorumlayan Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Gencay Gürsoy, daha önce 14 Mart'ta hekimlerin özlük haklarına ilişkin eylem yapma kararı olduğunu hatırlatarak, doğacak gelişmelere göre yol haritası belirleyeceklerini söyledi.
Başbakan Erdoğan'ın sözlerine yönelik Türkiye'nin dört bir yanından tepkiler ise büyüyerek devam ediyor. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir Şube Başkanı Dr. Ergun Demir konuyla ilgili yaptığı basın toplantısında halkı ve emek örgütlerini birlik olmaya çağırdı ve yasa kabul edilse dahi mücadelelerinin devam edeceğini belirtti.

Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak, “14 Mart’ta da 2 saatlik iş bırakma hakkını kullanacağız. Üretimden gelen gücümüzü kullanacağız. Bu hak kullanılırken halkımız bundan etkilenebilir. Hava, kara ve deniz ulaşımında aksamalar olabilir. Halktan destek istiyoruz” dedi.

EMEK PLATFORMU NELERE KARŞI?
Türk-İş, Hak-İş, KESK, Kamu Sen, Memur Sen, BASK, Türkiye İşçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ Kur Emeklileri Derneği, TMMOB, Barolar Birliği, Tabipleri Birliği, Diş Hekimleri Birliği, Eczacılar Birliği, Veteriner Hekimleri Birliği ve TÜRMOB’dan oluşan Emek Platformu, tasarıda karşı oldukları başlıca hükümleri şöyle açıkladılar: “Kadınlar için 58, erkekler için 60 olan emeklilik yaşı, hem kadınlar hem de erkekler için 65’e yükseltilmektedir. Bu kabul edilemez. Emekliliğe hak kazanabilmek için prim ödeme zorunluluğunun 9 bine çıkarılması, emekliliği adeta imkansız hale getiriyor.

Emekli, dul ve yetim maaşlarının yüzde 23 ile yüzde 33 arasında düşürülecek olması, bugünkü yaşam koşuları düşünüldüğünde hiçbir şekilde olumlu karşılanamaz. Bazı meslek kollarında uygulanan ve yıpranma payı olarak bilinen fiili hizmet zammının kaldırılması yanlıştır. Doğum yapan sigortalılara 6 ay süreyle ödenen emzirme yardımının 1 ay olarak ödenmesi hükmünü de sakıncalı buluyoruz. Sağlık hizmetlerinden yararlanacak sigortalılardan katkı payı alınacak olması da tasarının en çok karşı çıktığımız bir diğer hükmüdür.”

* * *
Yalancı ithamına Bakan’dan destek

ÇalIŞma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlerinin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Başbakan Erdoğan'ın, ''yasayı okumadan konuşanları, yanlış bilgi verenleri'' yalancılıkla itham ettiğini belirten Çelik, Erdoğan'ın çizdiği çerçevedeki görüşlerine katıldığını ifade etti.
Bu arada Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'ndan (TİSK) yapılan yazılı açıklamada, 14 Mart’ta 2 saat iş bırakma eylemi kararına ilişkin, ''Hükümetimizi, kriz dönemlerinde fonksiyonu özel önem taşıyan Ekonomik ve Sosyal Konsey'i derhal toplantıya çağırmaya; işçi ve memur konfederasyonlarını da ‘genel grev’ anlamına gelecek kanunsuz eylemlere başvurmaktan bir an önce vazgeçmeye çağırıyoruz” denildi.

* * *
CHP'lİ Kılıçdaroğlu: Başbakan, SSGSS tasarısını okumamış

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, altına imza attığı Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Tasarısı'nın tek satırını okumadığı kanısında olduğunu savunarak, ''Belki Başbakan yürürlük ve yürütme maddesi olan son 2 maddeyi okumuş olacak ki kendisine verilen metinleri, grupta tekrarlamak zorunda kaldı. Başbakanın yapacağı ilk şey, o konuşma metinlerini hazırlayanları derhal görevden almaktır'' dedi. Kılıçdaroğlu, Ankara Şubeler Platformu Sözcüsü, Petrol-İş Ankara Şube Başkanı Mustafa Özgen ve beraberindeki sendikacıları kabul etti. Özgen, kabulde, Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda değişiklik öngören tasarı ve Başbakan Erdoğan'ın dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmaya ilişkin görüşlerini dile getirdi. Erdoğan'ın, sendikacıları yalan söylemekle suçladığını, kendilerinin, saygın ve seçkin bir iş yaptığını belirten Özgen, ''Kazanılmış hakların korunacağı'' söyleminin sihirli söz olduğunu kaydetti. Petrol-İş Ankara Şube Başkanı Özgen, gelecek günlerde kıdem tazminatı ve işsizlik fonunun da gündeme geleceğini, bu konuda da seslerini duyuracaklarını belirtti.

ÖĞRETMENLER DERSLERE GİRMEY
Bu arada, Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer, “Cuma günü yapılacak 2 saatlik iş bırakma eylemine Eğitim Sen üyelerinin ülke çapında katılmaları için gerekli çalışmalar başlatıldı” dedi. Dinçer, “Sendikalar ve diğer emek örgütlerini yalancılıkla suçlayan, bu şekilde kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışan Başbakan’a en iyi yanıt işçi ve emekçiler tarafından alanlarda verilecektir” diye konuştu. [birgün]

Başbakan nobran, seviyesiz ve ciddiyetsiz bir üslupla hepimizi yalancı ilan etti. Aralarında TÜRK-İŞ, DİSK, KESK ve HAK-İŞ başkanlarının da olduğu 15 emek örgütünün yöneticilerini, sendikacıları, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa tasarısını eleştiren akademisyenleri, araştırmacıları, gazetecileri; hepimizi yalancılıkla suçladı ve hakaret etti. Emek örgütlerini tek vücut halinde karşısında bulan Başbakanın ağzından çıkanı kulağı duymaz olmuş.
Bugün ve yarın emekçilerin meydanlarda, sokaklarda ve işyerlerinde Başbakan’ın bu hakaretlerine gereken yanıtı vereceklerinden eminim. Ama cevap hakkımız doğdu: Şimdi gelin altında kendi imzası olan yasa tasarısını unutarak herkesi yalancılıkla suçlayan Tayyip Bey’e soralım: Yalancı kim?


aziz çelik'in yazısı


Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK ve Türk Tabipler Birliği’nin aralarında bulunduğu 17 işçi ve memur örgütü üyeleri 14 Mart Cuma günü 10-12.00 saatleri arasında işi bırakacaklar. Başbakan Erdoğan, kazanılmış hakların geriye götürüldüğünü savunan sendika liderlerini, “dürüst davranmamak ve yalan söylemekle” itham etti.
Sendikacılar ise hak kayıpları olacağında ısrarlılar. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile konuştuk. Kendilerini “yalancılıkla” suçlayan Başbakan’ın “tasarının tek satırını bile okumadan konuştuğunu” söyledi. Çelebi’nin 11 Eylül metaforu yaparak “ikiz kuleler”e benzettiği emeklilik ve sağlık alanında çalışanlar ağır bir saldırıyla karşı karşıyalar. Ve hükümetin ekonomik politikalarının mağdur ettiği kitleler, yasanın bu haliyle Meclis’ten geçmemesi yönünde demokratik haklarını kullanacaklar.

derya sazak'ın yazısı

Emekçiler, cuma günü iki saatlik iş bırakma kararı aldılar. Hedef: Yeni Sosyal Güvenlik Reformu...
2 yıldır tartışılan, Çankaya’dan, Anayasa Mahkemesi’nden dönen yasa yeniden Meclis’e geliyor.
Beraberinde hırçın tartışmalar ve kaygılar getiriyor.
Önceki gece NTV’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile Emek Platformu’nu oluşturan sendikaların genel başkanlarını buluşturduk.
Stüdyodaki 6 başkan, yaklaşık 4 milyon emekçiyi, yani aileleriyle en az 20-25 milyon insanı temsil ediyordu.


can dündar'ın yazısı

Sosyal güvenlik reformu nedeniyle Erdoğan'ın sendikalar ve muhalefetle giriştiği 'yalancılık' polemiği sürerken Radikal, yürürlükteki durumu, tasarının öngördüklerini ve sendikaların taleplerini karşılaştırdı.

ahmet kıvanç'ın yazısı.

Sosyal Güvenlik ve SSGSS Yasaları Ne Getiriyor?

“Sosyal Güvenlik” ve “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası” düzenlemeleri ile, “tüm yurttaşlara sosyal güvenlik hakkı” ve “herkese ücretsiz sağlık hizmeti” getirdiğini iddia eden AKP Hükümeti geçtiğimiz ay yasalaştırdığı düzenlemeler ile emekçilerin ve halkın sosyal güvenlik ve sağlık hakkını önemli ölçüde sınırlayan değişiklikler yaptı. Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası ile yaptığı yapısal uyum ve kredi anlaşmalarının temel şartı sosyal güvenlik ve sağlık politikalarının, Başbakan’ın ifadesiyle “pazarlanabilir”, ya da “rekabet edilebilir” hale getirilmesiydi. Bunun bugünkü ve gelecek kuşaklar için anlamı, sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi, hastanelerin, sağlık ocaklarının özelleştirilmesi ve emeklilik yaşının artırılarak sosyal güvenlik sisteminden yararlananların sayısının daraltılması oldu.

Hükümetin sağlık hizmetlerini tek elde toplamak ve tüm ülkeyi sağlık sigortası kapsamına almak olarak tanımladığı yasal düzenlemelerin içeriğine bakıldığında amacın, devleti sağlık hizmeti sunumundan büyük ölçüde çekmek ve bu topraklarda yaşayan insanların sağlık ve sosyal güvenlik hakkını piyasaya, ilaç tekellerine, özel emeklilik ve sigorta şirketlerine, özel hastanelere teslim etmek olduğu kısa sürede anlaşıldı.

Geçtiğimiz günlerde kabul edilen Sosyal Güvenlik Yasası ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasaları ile Türkiye’deki tüm emekçilerin geleceğini ilgilendiren ciddi hak kayıpları yasalaştırıldı. Ancak herkesi ilgilendiren bu tasarılar, halkın büyük bir kısmının hiç haberi olmadan ya da yanlı ve yanlış bilgilendirilerek, emek örgütlerinin, sendikaların itirazları dikkate alınmadan neredeyse birkaç milletvekilinin oyu ile yasalaştırıldı. AKP milletvekillerinin “kaldır parmak-indir parmak” usulü geçirdikleri yasa ile sosyal güvenlik sistemini ve sağlık hizmetlerini tümüyle piyasaya açma yolunda önemli adımlar atıldı. Böylece başta IMF, Dünya Bankası olmak üzere, yapılacak düzenlemelerden rant bekleyen özel hastanelere ve ilaç tekellerine verilen sözler yerine getirilmiş oldu.

Türkiye’de yaşayan milyonların tamamını kapsayan ve sosyal ve ekonomik haklarda her yönüyle ciddi gerilemeleri beraberinde getirecek olan söz konusu yasaların içeriği konusunda hala bir belirsizlik sürmekte ve en çok “şimdi ne olacak” sorusu sorulmaktadır. 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olan Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasalarının ne getirdiğine geçmeden önce, mevcut sistemde yapılan değişiklikleri ana başlıkları ile sıralamak gerekirse;

· Emeklik yaşı kademeli de olsa kadın ve erkeklerde 65'e çıkacak,

· Prim gün sayısı 2007'den itibaren her yıl 100'e artarak 9 bin olacak,

· Emeklilik maaş bağlama oranları önce yüzde 2.5, sonra yüzde 2'ye düşecek,

· Emeklilik maaşları yüzde 23-33 oranında azalacak,

· Aylık geliri 127 YTL olandan 64 YTL GSS primi kesilecek,

· Halen çalışan memurların aylıkları, GSS kesintileri nedeniyle bugünkünden yüzde 5 daha azalacak,

· Prim borcu olanlara sağlık hizmeti verilmeyecek,

· Sağlık hizmeti alabilmek için en az 30 günlük sigortalılık aranacak,

· Muayene, tetkik ve tedavinin her evresinde katkı payı adı altında ek ödeme alınacak,

· Teminat Paketi'nde olmayan hastalıklar kapsam dışında tutulacak,

· Teminat Paketi'ni belirleme yetkisi Sosyal Güvenlik Kurumu'nda olacak,

· Ayakta tedavide, hekim ve diş hekimi muayenesinde 2 YTL katkı payı alınacak,

· Ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri için yüzde 10-20 oranında katkı payı istenecek,

· Ayakta tedavide kullanılan ilaçlar için de yüzde 10-20 oranında katkı payı kesilecek,

· Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı ve Yardımcısının görev süresi hükümetle uyumuna bağlı olarak kısalacak ya da uzayacak.

· Emekli aylıklarına yapılacak zamlarda Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) baz alınacak. Böylece emekli aylıklarına yapılan zamlar ülke ekonomisinin büyümesinden pay alamayacak.

Sosyal Güvenlik Sistemi Neden Değişiyor?

1990’lı yılların başından itibaren, dünyanın çeşitli ülkelerinde sosyal güvenlik sistemlerinin özelleştirilmesinde, sosyal güvenlik sistemlerinden yararlanan emekçilerin haklarının daraltılmasında en önemli rolü Dünya Bankası oynamıştır. Dünya Bankasının sosyal güvenlik sistemlerine ilişkin “yeniden yapılandırma” politikalarının özünü, sosyal güvenlik sistemlerinin varlıklarını sürdürebilmeleri için temel yapısal değişikliklerin “kaçınılmaz” olduğu varsayımı oluşturmaktadır.

Sosyal güvenliği, bir ülkede yaşayanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin, toplumun bütün fertlerinin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda, kişilerin bugünlerini ve yarınlarını güven altına almayı hedefleyen bir sistemler bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Tarihsel gelişim süreci içinde sosyal güvenlik sistemleri kamusal hakların gelişim süreci ile birlikte gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.

1980’lere kadar bir sorun olarak görülmeyen sosyal güvenlik sistemleri, fonlarının devlet tekelinde olması ve bu alanda yatırım yapan şirketler açısından “haksız rekabet” yarattığı, bu nedenle de sosyal devlet uygulaması üzerindeki devlet tekelinin kaldırılması gerektiği gerekçesiyle hedefe konulmuştur. Bu iddia en belirgin şekilde, 1995 yılında imzalanan “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması” (GATS) ile gündeme getirilmiştir. GATS ile antlaşmaya imza atan hükümetlerden kamu hizmetleri üzerindeki devlet tekeline son verip, başta eğitim ve sağlık olmak üzere, halkın ve emekçilerin yararlandıkları tüm kamu hizmetlerini “serbest rekabete” açmaları istenmiştir. Bu anlayışa göre, kamu hizmetleri içinde önemli bir yeri olan sosyal güvenlik sistemleri yeniden bölüşüm için kullanılmamalı, toplumsal değil bireysel sorumluluk esasına göre yapılandırılmalı, sosyal yardımlar tüm yoksulları hedef almalı ve sosyal riskler karşısında toplum tarafından asgari bir geçim düzeyi geçici olarak sağlanmalıdır. Bunun yolu sosyal yardımın devlet tarafından karşılanması ve bunun dışında kalan sosyal güvenliğin büyük ölçüde özel sektöre devredilmesidir.

Sosyal Güvenlik Kurumları Tek Çatı Altında Birleştiriliyor

Sosyal Güvenlik sisteminde gerçekleştirilen en önemli değişiklik Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur’un “tek çatı” altında birleştirilerek Sosyal Güvenlik Kurumu’na dönüştürülmesi oldu. Sosyal Güvenlik Kurumu ile, işçilerin kurumu SSK, memurların kurumu Emekli Sandığı ve kendi nam ve hesabına çalışanların kurumu Bağ-Kur tarihe karıştı. Üstelik sadece birleşmekle kalmadı bu kurumların teftiş kurulları tasfiye edilerek, yaşanacak olası yolsuzlukların önü açılmış oldu.

Farklı Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına bağlı olarak çalışanların yararlandığı haklar, en dezavantajlı kuruma eşitlendi. 1999 yılında 5 binden 7 bin güne çıkarılan prim gün sayısı yeni sistemde kademeli olarak 9 bin güne yükseltildi. Bu durumda, 1 milyon geçici işçinin tam maaşa hak kazanması için her yıl 120 gün iş bulursa 95 yaşını, her yıl 90 gün iş bulursa 120 yaşını bitirene kadar beklemesi gerekecek. Yine sistemde kadrolu bir öğretmenin emekli olmak için 25 yıl fiilen çalışması gerekirken; geçici sözleşmeli, ücretli vb statüde çalışan bir öğretmenin en az 50 yıl fiili olarak çalışması gerekecek.

Mevcut Çalışanların Durumu

Sosyal Güvenlik sisteminde yapılan değişiklikler 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren geçerli olacağı için şu anda emekli olanlar, ya da 1 Ocak 2007 yılından önce emekliye ayrılacaklar, yapılacak değişikliklerden etkilenmeyecek. Mevcut sosyal güvenlik mevzuatına göre bağlanacak aylık miktarları aynı olacak.

1 Ocak 2007 tarihi itibarıyla emekliliğine beş yıl ve daha fazla süre kalanların hizmet süresine göre, ileride bağlanacak emekli aylıkları ise düşecek. 2007 yılında 20 hizmet yılı dolduran bir öğretmenin emekli olması için 2007’den sonra 5 yıl daha çalışması ve bu süre sonunda emekli olması durumunda; 2007’den önceki hizmet süresi bugünkü mevzuata göre, 2007 yılından itibaren geçireceği her hizmet yılı yeni kanuna göre yapılacak. Öğretmenimiz emekliliğe hak kazandığı zaman eski ve yeni sistemde geçirdiği süre hesaplanarak ağırlıklı ortalaması alınacak ve emeklilik işlemleri bu hesaplamaların ardından başlatılacak.

Emekli Maaşları Nasıl Azalacak?

Yeni yasayla memur aylıkları 1 Ocak 2007’den itibaren geçirilen süreye bağlı olarak olumsuz etkilenecek. Uzman kadrosunda bulunan memurlar hariç, memurların geneli itibariyle, çalışma süresinin tamamını bugünkü sistemde geçiren bir memur emeklisine göre, çalışma yaşamının tamamını yeni sistemde geçirecek memur emeklisinin aylığı üçte bir oranında (%33) azalmış olacak.

Yeni sistemde, bugünkü sisteme göre emekli aylıklarının düşecek olmasını üç şekilde açıklamak mümkündür;

· Çalışılan her yıl için emekli aylığı bağlama oranı yeni sistemde kademeli olarak aşağı çekilecek.

· Prim yatırılırken esas alınan kazançların güncellenme koşulları değişecek. Emekli aylıkları en son aylığa göre değil, toplam kazançların ortalaması alınarak hesaplanacak. Böylece ele geçen aylık miktarı düşecek.

· Mevcut sistemde gerek SSK'da, gerekse Bağ-Kur'da emekli aylığındaki asgari taban uygulaması kalkıyor. Böylece, kişileri gerçek gelirleri üzerinden değil, daha düşük ücretten prim ödemeye teşvik edileceği için yeni sistemde taban aylık güvencesi olmayacak. Emekli Sandığı’na bağlı olarak çalışanların aylığının hesaplanması açısından bugünkü sistem ve yeni sistem arasındaki fark şu şekilde olacak:

Memur/Emekli Sandığı (1 Ocak 2007’ye kadar) :

· Yüksek maaş alanlara ödenen makam, görev ve temsil tazminatlarından emeklilik primi kesintisi yok. Bu nedenle ücretin tamamından prim kesintisi yapılmıyor.

· Emekli aylıkları, 25 yıllık çalışma karşılığı, son aylığının yüzde 75'i (yıllık %3) oranında belirleniyor. 25 yıldan sonra çalışılan her yıl için bu orana % 1 ekleniyor.

· Emeklilik kesintisine tabi tutulmadığı halde makam, görev ve temsil tazminatlarını emeklilikte de alınıyor.

· Bugünkü sistemde geçmiş yıllarda sağlanan kazançlar, Emekli Sandığı tarafından en son memur aylık katsayısına göre güncelliyor.

Yeni Durum (1 Ocak 2007’den Sonra)

· Hizmet süresinin tamamını yeni sistemde geçirenlerin ortalama aylık kazançları enflasyon dikkate alınarak güncellenecek. Büyüme rakamları hesaba katılmayacak.

· Aylık bağlama oranı: 1 Ocak 2007'den sonraki ilk dokuz yıl, çalışılan her yıl için yüzde 2.5, sonraki her yıl için yüzde 2 olacak. Aylık bağlama oranının düşürülmesi nedeniyle memur emeklisinin aylığı mevcut duruma göre % 33 azalacak. Bugün 1000 YTL alan memur, gelecekte ancak 660 YTL alabilecek.

· Düzenli alınan her türlü maaş, tazminat gibi gelirlerin tamamından emeklilik sigorta primi ödenecek.

· Emekli aylıkları, en son aylığa göre değil, prim öderken elde edilen kazançların ortalaması dikkate alınarak hesaplanacak.

· Çalışmasının bir kısmını eski sistemde, diğer kısmını yeni sistemde geçiren memurların, eski sistemde geçirdikleri süreyle bağlantılı olarak makam tazminatıyla temsil ve görev tazminatına karşılık gelen tutarlar da emekli aylıklarına ilave edilecek.

Genel Sağlık Sigortası Sağlık Hakkını Piyasaya Açıyor

AKP Hükümeti, iktidara geldiği günden bu yana benimsediği piyasacı-özelleştirmeci sağlık politikaları ile, sağlık hakkının temel insan haklarından birisi olduğu görüşünün tam karşısında olduğunu yaptığı uygulamalar ile gösterdi. Bu anlamda AKP Hükümeti sağlığı, piyasa koşullarında üretilmesi ve satılması gereken bir “ticari mal” olarak görmektedir. Bu anlayışın bir ürünü olarak AKP Hükümeti tarafından sağlık hakkının piyasaya açılması için “Sağlıkta Dönüşüm Programı” hazırlanmış, IMF ve Dünya Bankasının istekleri doğrultusunda sağlık alanında yaşanan “finansman sorunu”nun çözülmesi için Genel Sağlık Sigortası (GSS) gündeme getirilmiştir.

Kısaca belirtmek gerekirse GSS, sağlığın kamusal niteliklerinin ortadan kaldırıldığı, sağlık hizmetlerinin sunumu ile finansmanının birbirinden ayrıldığı, toplumsal ihtiyaçların değil “karlılığın” esas alındığı ve buna uygun olarak her hizmetin parça başı ücretlendirildiği, ek prim, katkı ve payların devreye girdiği bir sistemdir. Bu anlamıyla Genel Sağlık Sigortası’nın temel hedefi; hastaneleri işletme, hastaları müşteri haline getirerek, sağlık hizmetlerini kar-zarar hesabı ile sunmak ve sağlık alanında devletin işlevini en aza indirmektir.

Türkiye için gündemde olan GSS’nin uygulanabilmesi için; işsizliğin, tarım nüfusunun toplam nüfusa oranının düşük olması, düzenli-süreğen iş olanağının çok olması, kayıt dışı sektörün dar olması, kişi başı sağlık harcamalarının düşük olması gerekiyor. Yani özetle GSS modelinin uygulanması, “gelişmiş kapitalist ülke” profili gerektirmektedir.

Genel Sağlık Sigortası Herkesi Kapsayacak mı?

Yeni Sosyal Güvenlik sisteminde herkesi kapsayacağı iddia edilen Genel Sağlık Sigortası'nda (GSS) ayakta tedavi dahil olmak üzere tüm hizmetlerden işçi, memur, esnaf farkı gözetmeksizin katkı payı alınacak. Ayakta tedavilerde hekim ve diş hekiminin her muayenesinde hastadan 2 YTL katılım payı alınacak. Ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleriyle ayakta tedavide sağlanan ilaçlar için çeşitli kriterlere göre % 10 ile % 20 arasında değişen oranlarda katılım payı alınacak. Örneğin 1000 YTL’lik bir protez cihazı için 100 ile 200 YTL arasında katılım payı alınacak. Ödenecek katkı payı miktarı, asgari ücretin yüzde 75'ini (398 YTL) aşamayacak.

Hangi Hastalıklar Sigorta Tarafından Karşılanacak?

Ayakta veya yatarak verilen tıbbi müdahale ve tedaviler, organ, doku ve kök hücre nakline yönelik sağlık hizmetleri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacak. Ağız ve diş muayenesi, tetkik ve tahliller, diş çekimi, konservatif diş tedavisi ve kanal tedavisi, travmaya ve onkolojik tedaviye bağlı protez uygulamaları ise gerekli katılım payları alındıktan sonra Genel Sağlık Sigortası tarafından karşılanacak. Ayrıca, 18 yaşını doldurmamış kişilerin ortodontik diş tedavileri ile 18 yaşını doldurmamış veya 45 yaşından gün almış kişilerin diş protezlerinin, kurumca belirlenecek tutarının yüzde 50'si verilecek. Çocukların ortodontik diş tedavileri karşılanmayacak.

Sağlık Hizmetleri Çocuklar İçin Gerçekten Parasız Mı?

Başbakan’ın GSS yasası ile ilgili iddiaları arasında en ilgi çekeni, “primini ödensin veya ödenmesin tüm çocukların 18 yaşına kadar tüm sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanacağı” oldu. Ancak 18 yaşın altındaki bütün çocukların GSS’den yararlanması için ailesinin GSS kapsamında olması gerekiyor. İkincisi mevcut yasalara göre de SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı kapsamındaki emekçilerin çocukları zaten ücretsiz tedavi hakkına sahip. Üçüncüsü; ebeveyni üzerinden sağlık hizmeti alan çocuk eğer lise veya dengi okulda ise 20 yaşına kadar, yükseköğrenim görüyorsa 25 yaşına kadar sağlık hizmetinden yararlanabilecek. Bu yaşın üzerindeki çocuklar, GSS açısından bireysel olarak değerlendirilecek. Kendi çalışmaları nedeniyle gelirleri varsa ve bu gelir aylık 127 YTL'nin üzerinde ise kazançlarının yüzde 12'si oranında prim ödeyecek. Eşik değerin altındaki gelir sahibinin primini devlet verecek. Bugünkü yasalara göre evlenmemiş, çalışmayan, iş bulamayan kız çocuğu, yaşı ne olursa olsun sağlık sigortasından yararlanırken, yeni yasayla kız çocuklarının sağlık sigortası hakkı 18 yaş ile, eğer üniversite öğrencisi ise 25 yaşına kadar geçerli olacak.

Kayıt Dışı Çalışanların Durumu Ne Olacak?

Herkesi kapsayacağı iddia edilen Genel Sağlık Sigortası, kayıt dışı çalışanları kapsamıyor. İşvereni primini yatırmadığı, ve devlete herhangi bir gelir beyan edemediği için kayıt dışı çalışan milyonlarca kişi GSS kapsamı dışında kalacak. İşsizlerde ise ancak İşsizlik Sigortası kapsamında olan çok sınırlı bir kesimin primini devlet yatıracak. Diğerleri ise prim yatıramadıkları için bu sigortanın kapsamı dışında olacaklar. Yeşil kartlıların primi aylık gelirleri 127 YTL’den az ise devlet, daha doğrusu kayılı işgücü tarafından ödenecek. Yalnız ister kayıtlı, ister kayıt dışı, isterse yeşil kartlı olsun herkesten katkı payı alınacak.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) rakamlarına göre Türkiye’de toplam istidam edilenlerin sayısı 22 milyondur. Kayıt dışı çalışanların oranı ise %60’a yaklaşmıştır. Bir fon olarak çalışması planlanan GSS’nin kayıt dışı istihdamı modele nasıl dahil edeceği şüphelidir. Bunun durum, prim yükünün önemli ölçüde kayıtlı işgücü üzerine (kamu emekçileri ve kayıtlı çalışan ücretliler) yıkılacağı anlamına gelmektedir.

GSS Ne Kadar Sağlık Güvencesi Getiriyor?

GSS, her sigortalıdan prime esas gelirinin yüzde 12.5’u oranında sağlık primi kesilmesini öngörüyor. Bunun yüzde 7.5’u işveren, yüzde 5’i çalışan payı olacak. Yasaya göre primini ödemeyenler, sağlık hizmetlerinden yararlanamayacaklar.

Yasanın kapsamındaki nüfus için çok bir şey değişmiyor gibi görünüyor ama, burada en temel noktalardan birisi, sağlık hizmetlerini sınırlayan Temel Teminat Paketi uygulaması. Her ne kadar temel teminat paketi ifadesi kavram olarak yasadan çıkarılsa da bugün aldığımız sağlık hizmetlerinin 1 Ocak 2007’den itibaren sınırlandırılacak. Temel Teminat Paketi dışında kalacak hizmetler ücretsiz alınamayacak. Almak istenirse cepten ödeme yapmak gerekecek.

GSS Sistemini Uygulanan Ülkelerde Durum Nedir?

GSS sistemi uygulayan tüm ülkelerde bir süre sonra hizmet azalmış, ancak katkı payı sürekli artırılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre ülkeler bu sistemden dönmeye çalışmaktadırlar. Almanya’nın “sağlık paketini” daraltma ve prim oranlarını artırma eğilimine girmesi yüzbinleri sokağa dökmüştür. Almanya emeklilere ödenen maaşları yüzde 10 azaltmayı planlamaktadır. İtalya da 2008 yılından sonra, emeklilik yaşını 60’dan 65’e, minimum çalışma süresini 35’ten 40’a çıkarmayı planlamaktadır. İsviçre’de hastaların tedavi masraflarında, katkı payı % 10’dan % 20’ye çıkarılmıştır.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan reformlar, hedeflendiği gibi kamu harcamalarının/sağlık giderlerinin azalması sonucunu doğurmamış, özel sermayenin sağlık piyasasına girmesi, iddia edildiği gibi fiyatların düşmesine ve daha nitelikli hizmet alınmasına neden olmamıştır. Aksine, özellikle 1980 sonrasında yapılanlar, sağlık hizmetlerinin kapsamının daraltılmasından hastanelerin özelleştirilip kapatılmasına kadar değişen boyutlarda sağlık sistemlerini etkilemiştir ve hala etkilemektedir.

Sonuç

Türkiye'de ne dünyada sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerinin krize girmesinin nedeni “yaş sınırları” ya da “prim gün sayısı”nın azlığı değildir. Çünkü mevcut sosyal güvenlik sistemleri; işçi ve emekçilerin asgari olarak düzenli bir işte sigortalı olarak (emeklilik ve sağlık sigortası), 25-30 yıl çalışarak emekli olmalarını, bu süre içinde sağlık sisteminde de her tür sağlık hizmetini parasız olarak almaları üstüne kurulmuştur. Ve bu sistem, bu temel düzen değişmedikçe, tüm eksikliklerine karşın olumlu bir işlev görmüştür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde sistem “daha çok hizmet” verirken geri ülkelerde “az hizmet” vermiş, ancak işleyiş mantığı ve amacı aşağı yukarı aynı olmuştur.

Esnek çalışma biçimlerinin, üretim ve hizmet birimlerinde mevcut çalışma ilişkileri sistemini parçalayarak; düzenli ve belirli bir iş günü, belirli bir iş haftası ve sigortalı çalışma zorunluluğunu (yasalarda bu zorunluluk olmasına karşın) ortadan kaldırmış olması; sosyal güvenlik sistemlerini çöküşe götüren yolu açmıştır. Ortaya çıkan açıkların hazineden karşılanması yerine hükümetler; bunu giderek sayısı ve prim ödeme imkanları azalan sigortalıların üstüne yıkan yöntemleri devreye sokmuş ancak; yapılan “düzenlemelere” karşın sistemdeki çöküş sürmüştür. Çünkü; esnek çalışmanın, kuralsız ve sigortasız çalıştırmanın yaygınlaşması, yapılan “iyileştirmeleri” bile önemsiz hale getirmiştir.

Sosyal güvenlik ve sistemini tahrip eden temel faktör; çalışma düzeninin esnekleştirilerek, çalışma ilişkilerine kuralsızlığın egemen olmasıdır. Bu temel etkene karşı mücadele edilmeden; 4857 Sayılı İş Yasası ile yasallaştırılan esnek çalışma yöntemlerine karşı mücadele etmeden; Yeni Personel Yasası ile getirilmek istenen değişikliklere karşı birleşik bir mücadele hattı oluşturmadan; bugün yaşanan tahribatın sonuçlarını ortadan kaldıracak bir sosyal güvenlik sistemi ve sağlık hakkı için mücadeleye girişmek zordur.

Bütün anlatılanlardan hareketle, sağlık sistemini tek çatı altında toplayarak hizmetlerin merkezileşmesi ve halka daha iyi hizmet anlayışının sunulması koca bir yalandır. Sağlık Bakanlığı, bugün ülkedeki tüm sağlık hizmetlerinden sorumlu kurumdur. Ancak bu sorumluluğunu ne kadar yerine getirebildiği, sağlık sisteminin içinde bulunduğu içler acısı duruma bakınca kolaylıkla görülebilir. Bütçenin üçte birini faiz harcamalarına ayırırken, halkın eğitimine ve sağlığına gelince “para yok” diyenlerin, sağlık hizmetlerini düzeltmesi ve herkese eşit sağlık hizmeti sunması mümkün değildir.

Türkiye’de tıpkı özelleştirmeler ve “mezarda emeklilik” tartışmalarında olduğu gibi, kamu emekçilerine, işçilere, halka yönelik olarak yapılan dezenformasyon (yanlış bilgilenme), başka bir ifade ile yalan propaganda en üst seviyelere çıkmıştır. Kamu hizmetlerinin işlememesi için elinden geleni yapan AKP Hükümeti, halkın gözünün içine bakarak “bu hizmetleri özelleştirirsek, daha kaliteli hizmet alırsınız” demektedir. Ancak bu yalan propaganda yapılırken, yoksul halkın cebinden kaç para çıkacağından, kamu emekçilerinin ne gibi hak kayıplarına uğrayacağından hiç bahsedilmemesi, “reform” olarak geçirilen söz konusu yasaların kolay kabullenmesi için yaratılan bilinç bulanıklığından başka bir şey değildir.

;;